23 Ekim 2011 Pazar

Tarih derken, Soğanlı Yaylaları'nda doğal beslenen koyun yünlerinden organik Bardız kilimleri ve Muhtar Sayın Mehmet Emin Çakmur söyleşisi: 18 yazı...

Bardız, Bardız diyoruz da, Bardız Muhtarı kim, biliyor muyuz? İnsana şaka gibi geliyor!

Bir insanı her gün görmek, onu tanımaya yetmiyor.

Bakın bir de hemen sağ köşede Berrak adında gülümseyen birisi var. Ya var ya yok dört, beş yaşında...

Bardız'ı da Muhtar Emin Bey'i de bildiniz. Fakat onun Berrak adında bir kızı olduğunu kim söyler size?

Dağı, dereyi, kaleyi, yolları, yaylayı, köyü ezbere biliriz de orada yaşayan ve size en yakın saydığınız insan kimdir, nedir, ne tür eğilimleri vardır, bunları pek düşünmeyiz.

Telefon açtınız, alo dediniz! O da buyur diye yanıt verdi. Evet, ben de böyle yaptım.

Geliyorum, dedim. Hepsi bu! Arkadan, önden, yandan bir destek beklentisi yok.

Burada kalacak ve Bardız haberlerini arka arkaya uzaya uçuracaksınız.

Yola çıkmadan önce Muhar Emin Bey’e telefon açtım. Geliyorum, dedim evet. Geldim.

Burada Bardız Muhtarlığı’na bağlı bir konukevi var. Hepsi bu. Uyumak için bir oda.

Laptap açıp burada sabahlamak da var. Geldiniz. Uzun bir yoldan geldiniz. Olsun!

Bir de şu var! Gazetecisiniz! Hanutçu olmak başka bir şey.

Blog ya da site gazeteciliği size özgürlük sağlar. Düşünce serbestliği sağlar evet.

İyi de gittiğiniz yer, yol, uçak, araç ve gereç, bunları nasıl karşılarsınız?

Fakat ne oldu, ertesi sabah Berrak adında gülümseyen birisi sana "günaydın," dedi.

Bir şey daha var! Her yere, her köye, beldeye böyle, ‘geliyorum’ diye gidilmez.

İyi de, neden Bardız böyle bir yolculuk hedefi verdi bu satırların yazarına?

Çocuk ömründen iki yıl burada (1942-45) geçti, diyen yanıt. İşte tam bu sırada Berrak "günaydın," dedi.

Evet, Muhtar Emin Bey'i de bildiniz. Fakat onun Berrak adında bir kızı olduğunu kim söyler size?

Çocuk ruhu ölmez, başka bir çocuk ona o duyguyu verir bir gün başka bir yerde.

Üstelik Bardız, annenin ve babanın doğduğu yer değil mi? Evet, oradan bir ses! Uykuda seslenip duruyor.

Ocak ‘2002 Afganistan! Sekiz gazeteci kurşuna dizildi. Oradan sen, ölümüne koşan gazeteci..’ diyen bir ses.

Erzurum’a, Bardız’a kar yağışı altında inmek. Katmerli kete yemek gibi bir şey!

Hem de Berrak adında doğal ve doğaçtan gülümseyen o... Daha ne olsun!

Neresi orası diye sormasın mı bir de! Bardız mı orası, Berrak orada mı diye soruyor sana.

Haberi bu kez Afganistan savaş haberlerinden değil çocukluk anılarından çıkar.

Hani güya sen çocuksun da, Berrak da senin çocukluk oyun arkadaşın. Olacak şey değil!

Gazeteci değil misin, diyor bir de... İşte bu öykü böyle oldu. Onlar sonra dört kişi oldular.

Berrak, ablaları ve annesi ve daha sonra Emin Bey, Berrak'ın babası geldi.

Bardız/Gaziler Muhtarı Mehmet Emin Çakmur ile söyleşi bir tanıklık oldu.

İnanın, insanın Berrak adında bir kızı olursa, onun çocukluğu da hep yanında olur.

Çocukluk anılarımızla birlikte şimdi iç içeyiz. Evet, Erzurum, Şenkaya İlçesi, Bardız/Gaziler Muhtarı Mehmet Emin Çakmur söyleşini izleyelim.

Sevgi içtenlik...

Emin Bey, Bardız kilimleri konusunda ne yapmak istiyor Bardızlılar?

Tekin Hocam, Erzurum’da da bir büromuz, yazıhanemiz var. Orada toplanan kilimlerle Erzurum bayanlarına bir sergi açıldı daha önce. Şimdi yeni sergiler açmak için çalışıyoruz.

Sergiyi açtınız, diyelim. Bu sergide satış da olacak mı?

Evet, sergiden sonra satış da olacak. Ağustos Eylül aylarında geçen sene Erzurum’da büyük bir sergi açtık.

Erzurum dışında, başka illerde sergi düşünüyor mu Bardızlılar?

Bir sergi de istanbul’da düşünülüyor.

Neden sergi yapıyorsunuz? Sadece satmak için mi?

Sadece satmak değil, Bardız kilimini daha iyi tanıtmak için sergi açıyoruz.

Kilimlerin yapımcıları ve kullanılan malzeme konularında bilgi verilecek mi?

Evet, mesela kilimi kim dokumuş, kaç kilo yün gitmiş, kaç kilo ip gitmiş, her kilimin kimlik bilgileri de sergide izleyiciye açıklanacak, bilgi verilecek.

İstek üzerine kilim üretimi olacak mı Emin Bey?

Evet, sergiden sonra tabii satışa sunulacak. Ondan sonra da bu iş tabii ki sipariş üzerine devam edecek. Mesela sen geleceksin, örnekleri göreceksin, diyeceksin ben şu kilimden istiyorum şu ebatta istiyorum, diyeceksin.

Bardız kilimi.. bunun özel bir rengi mi var, özel bir modeli motifi mi var nedir?

Bardız kiliminin bir özelliği çift tarafının kullanılmasıdır. Evet, kök boya da kullanılıyor ve uzatması da yün oluyor. Bir de Bardız yöresi kadınlarının dokuması bir özelliktir. El üretimi...

Yünü de Bardızlı kadınlar teşilerle mi eğiriyorlar Emin Bey?

Tekin Hocam eskidendi o. Yünü eskiden burda koyunlarımızdan kırkar, nenelerimiz annelerimiz eğirir, kök boyayla yaparmış. Ama şimdi, şu an o sistemi daha yapamadık, kuramadık. Şimdi dışarıdan alıyoruz. İnşallah gelecek sefere buranın teşileriyle eğirilmiş yünlerimizi, Bardız koyunlarından alınmış doğal yünlerle kilimlerimizi dokuyacağız. Kapalı ahırlarda suni yiyecekle beslenen koyun yok Bardız'da. Açık tabiatın içinde, doğal besin almış, bayırlarda otlamış koyunlardan alınan organik yünlerle yapacağız kilimlerimizi. Biraz zamana ihtiyacımız var.

Tekin SonMez, 23 Ekim 2011 Bardız, Şenkaya, Erzurum

Kars Platosu tarih kaynakları, Soğanlı Dağları florası, bal ve arı derken, çocuklar geldi... haberler sürüyor; 17. yazı

Bardız’dan haberler sürüyor. Bugün 23 ekim 2011.

Bugünkü haber yazı bir paradoks içeriyor. Bir gerçek var!

Bir yanda yaşamı ve geleceği simgeleyen çocuklar var.

Öte yanda terk edilen evler, göçen insanların arkada bıraktıkları...

Bugün nüfus hareketleri gibi hareketli bir konuya girmeden kısa bilgilerle yetineceğim.

Bugün yine gazeteciyim! Haberi taştan çıkar, diyorum kendime.

Bardız/Gaziler, daha geniş alanda Şenkaya ve Erzurum konusunda bilgiler alıp bunları kamuya sunmak için yollardayım.

Yola çıkarken, haydi, boş durma, bir yerden, bir parçadan başla diyorum kendime.

Ya sonra! Geriye dönüp baktığımda çok farklı bir yerde şaşırtıcı durumlar ortaya çıkıyor. İşte bir okul. Fotoğraf, iki ayrı sınıfta öğrenciler.

Giyimleri sosyal/ekonomik bir izlenim veriyor.

Burası Bardız/Gaziler, sekiz yıllık Nesimi Akın İlköğretim Okulu.

Cıvıl cıvıl derler ya, işte öğle. Çokluk köylerden gelip gidiyorlar her gün.

Bir simge mi var? Köylerden gelip gittilerini nasıl anlayalım, diye sordunuz!

Evet! Sağdaki ilk fotoğraf, Bardızlı çocukların elleri havada. O sınıfta 4 çocuk var.

Bakın soldaki ikinci fotoğrafta ise el kaldıran 10 çocuk köylerdendir. Nasıl? Sayısal bir ayrım yok mu? Aşağıda biraz daha bilgi vereceğim.

Haydi boş durma, koş! Bir yerden başla dedim ya! Nereye baksan haber var, konu var, boşa geçecek an yok. İşte öğrenciler, kapsamlı bir konu.

Yıkılmış, çökmüş evler... Böyle durumlarda insan yüreği de biraz ferah olmalı, denir.

Yürek ferah olmalı derken, yıkılmış evler konusunda bir anektor vereceğim aşağıda.

Evet Bardız’dan göç durmuş, diye bir tümce okumuş olmalısınız geçenlerde.

Bunun anlamı bugün için buradaki çocuk nüfusunun artışını gözlemek oluyor.

Böyle düşünedururken, Bardız/Gaziler okul Müdürü Mesut Bey’le karşılaştım.

Yüz yirmi yedi öğrencisi ile Bardız/Gaziler, Nesimi Akın İlköğretim Okulu Müdürü Sayın Mesut Elvermiş.

El sıkıştık. Onunla bir minübüs yolculuğunda geçen ilk tanışmalı serüven de var, onu başka bir gün anlatacağım.

Burada Bardız Konuk Evi’nin hemen yanındaki okul önünde konuşmaya başladık.

Mesut Bey saygılı, kibar ve dinamik bir insan, bir öğretmen.

Ayak üstü söyleşiden sonra, öğrencilerin durumunu merak ettiğimi söyledim.

Okul müdürü olduğunu bilmiyordum. Sınıflara girmem için buyur etti.

Tanıştığım öğretmenlerin adlarının yazılması sırasında onun okul müdürü olduğunu öğrendim.

Böyle de engingönüllü bir insan Mesut Bey. Aldığım bilgiler şöyle...

Fen, İngilizce, sosyal bilgiler, Türkçe, beden eğitimi gibi dersler var.

On öğretmen ve kütüphanesi olan dokuz derslik var.

Bardız’ın içi ile altı köyden gelenlerle toplam yüz yirmi yedi öğrencisi var okulun.

Yetmiş dört kız öğrenciye karşılık elli üç erkek öğrenci var.

Bu da şaşırtıcı bir başka konuyu açığa çıkardı.

İki nirengi noktası, bir kız öğrenci sayısı fazla.

Ötekisi ise köylerden gelen öğrenci sayısı daha çok.

On öğretmenle yoğun bir eğitim proğramı var okulda.

Bilgisayarların bulunduğu bu okul bazı ilçelerden daha ileri düzeyde bir çalışma hızı da yakalamış.

Bardız Derneği’nin gönderdiği bilgisayarlar burada.

Kendisiyle birlikte derslere girdik ve sınıf öğretmenlerinin de izniyle aldığım fotoğrafları sunuyorum.

Sizi şaşırtacak bir haberle bu konuyu şimdilik burada bırakıyorum.

Haber değil bilgi daha doğrusu. 8A sınıfının toplam sayısı yirmi bir öğrenci.

Bu sınıfta kız öğrenci sayısı on yedi. Nasıl şaşırdınız mı?

Ayrılmadan önce kısa bir bilgi daha veriyorum.

Köylerden gelen öğrenciler için okulda öğlen yemeği veriliyor. Yemeklerin Şenkaya Milli Eğitim Müdürlüğü'nden geldini söylediler.

Bugünkü haberde bir paradoks var! Bir yanda cıvıl cıvıl çocuklar...

Göç nedeniyle tam da bu ortamda yıkılmaya bırakılmış evler öte yanda...

Nüfus hareketleri ile ilgli anektota gelince işte bu paradoks da tam burada ortaya çıktı.

İlişikteki yıkınıtı evin fotoğrafını çektikten sonra Bardız Bulvarı’na indim.

Fotoğrafta gördüğünüz Muhittin Şengül önümü kesti ve dedi ki:

“O fotoğrafı çektiğin evin, sekiz kardeşli yetmiş iki nüfusu vardı.

"Bugün onlardan sadece iki kiş var Bardız’da," dedi.

Benim de vurguladığım nüfus hareketleri işte bu!

Bu bağlamda, bu konuya ayrı bir yerde yeniden değineceğim.

Sevgi içtenlik...

Tekin SonMez, 22 Ekim 2011 Bardız, Şenkaya, Erzurum

22 Ekim 2011 Cumartesi

'Şenkaya, Bardız çiçek florası o kadar zengin ki Anzer balıyla yarışabilecek durumdadır.' Şenkaya Tarım Müdürü Sayın Hamza Sapar söyleşisi: 16. yazı

Merak ve ilgi bu ya, bu konunun, şöyle ki bu topraklarda bal’ın geleceği var mı diye düşe yattım. Bundan önce al alma konusuna bir ek düşeceğim.

Dün Bardız'da doğal yolla üretilen ekolojik al almalardan söz ettim. Karacaoğlan'ın seslendiği gibi al yanaklı kızlar gibi.. al almalar yine kütür kütür al alma olarak Bardız'da var, dedim. Bugün bal konusu için bahçesine gittiğim Rafet Bey, bir mani söyledi.

Şöyle: “Al alma kızıl alma, gel yola düzül alma. Yar kapıdan geçerken, cebine süzül alma.”

Değerli İzleyici,

Bu ne demektir? Kıssa/dan hissse... Al alma, mani söylemi olarak da burada var ise, al almanın burada bir geçmişi de var. Al almaların yanına bugün son söz olarak bir de sarı alma tabağı sunacağım.

Şimdi bal konusuna geçiyoruz. Geçiyoruz dedim ya bal deyip de geçmeyin siz. Hele hele Bardız balı konu olunca.

Şöyle ki benim bu vurguma, Şenkaya İlçesi Tarım Müdürü Sayın Hamza Sapar da onay verdi. Bu bölge insanının yararlanacağını umut ettiğim, değerli bilgiler içeren bu söyeşiyi daha sonra yine gündeme alacağım. Söyleşiyi birlikte izleyelim.

Sevgi içtenlik...
Tekin SonMez, 22 Ekim 2011 Bardız, Şenkaya, Erzurum

Hamza Bey, Şenkaya florasında durum nedir, bu bölgede arıcılık nedir?

Tekin Bey, arıcılık herşeyden önce sistem mesleğidir. Öncelikle bu sistemler nelerdir? Birincisi devletimizin arıcılıkla ilgili öngördüğü yasalardır. Onlara uyacağız. İkincisi arının, kovanın kendi sistemidir. Üçüncüsü doğanın arıya verebilecek çiçek ve polenidir. Zaten bildiğiniz gibi arıda en büyük şey, polen ve salgılamış olduğu bal özleridir. Şenkaya flora bakımından çok çok zengin. Yani, dünyanın belki de ender yerlerinden biridir. Şenkaya’nın da çiçek florası o kadar zengin ki Anzer balıyla yarışabilecek durumdayız.

Anzer balı... Biraz bilgi alabilir miyim?

Anzer balının özelliği, çok çeşitli çiçekleri olan bir bölge adıdır, bu bölgeden yıllık işte 300 – 500 kg kadar olarak üretilebilen bir bal vardır. Karadeniz'de, özel bir mikro klima diyelim. Çiçek sayısı, florası çok zengin bir bölge, fakat Şenkaya’nın da çiçek florası o kadar zengin ki Anzer balıyla yarışabilecek durumdayız. Yani bu konuda bir sıkıntımız yok.

Bu konuda bir sıkıntımız yoksa Hamza Bey, var olan sıkıntımız nedir?

Sıkıntımız şu, arıcılarımızı biraz daha eğitip biraz daha sisteme uydurmak. Evet, sistemli bir varlığın sistemine ayak uyduramıyoruz. Bizim en büyük sıkıntımız o, arıların ihtiyaçlarını karşılayamıyoruz. Devletin arıcılıkla ilgili sistemini biraz kulakardı yapıyoruz. Yani arıcılığı meslek değil de bir hobi gibi algılıyoruz, Aslında arıcılık dünyanın en kıymetli mesleklerinden biridir.

Arıcılığı bir hobi gibi değil bir meslek olarak algılamak gerekiyor ise, arıcılık kursları..( hani okul demeyeceğim, okul daha büyük bir proje) düşünülebilir mi, bu bölgeye? Arıcılık üzerine gençleri bilgilendirmek...

Bu yıl ikinci (birinci kursumuzu yaptık) ikinci kurs için talep topluyoruz. Talep olursa Halk Eğitim Merkezi ile birlikte ortak hareket edip arıcılık kursumuzu açıyoruz.

Hamza Bey, Bardız üzerine soracağım, seracılık yapılamaz mı, gene alanınıza giriyor. Yayla sebzeciliği de diyorlar ya, arıcılık, hayvancılık.. bunların yanında ayrı bir seçenek Bardız'da sebzecilik.. örneğin domates gibi sebzecilik olmaz mı?

Şimdi seracılık, sera bildiğiniz gibi... daha doğrusu, kış döneminde normal tarladan elde edilen mahsulü suni ortamlarda elde etmektir, yani suni bir ısıtmayla yaz dönemi tarla ortamını hazırlamaktır. Buralarda seracılıktan ziyade yayla sebzeciliği ve işte.. arıcılık ve hayvancılık...

Bardız’ı biliyorsunuz, yüz yıl önceki hayvancılık gibi bir hayvancılık yapılıyor. Bunu modern hayvancılığa dönüştürmek.. hayvanlarla insanları biraz birbirinden ayırmak gibi tuhaf bir şey düşünülebilir mi, devletin böyle bir tasarımı var mı?

Güzel bir tespitiniz olmuş, Tekin Bey, ben geldiğim günden beri herkese her ortamda söylüyorum. Biz Şenkaya’da hayvanlarımızı ahırda değil zindanda besliyoruz. Benim burdaki ilk hedefim de o zindanları ahıra dönüştürebilmek. Gerçekten de dedelerimizin, hatta dede dedelerimizin yapmış olduğu ahırlarda hayvancılık yapmaya çalışıyoruz. Gittiğim her köyde yakaladığım her çiftçiye bu konuyu söylüyorum.

Bu konuda köklü bir eğitim olmasa da..gezici kurs gibi bir şeyler düşünülemez mi?

Şimdi kurstan ziyade insanları bu konuda modern yerlere sevketmemiz gerekir. İşte artık dönem dönem Batı tarafındaki yarı açık ahırlara götürüp oralardaki modern işletmeleri göstermemiz gerekiyor. Bir de bilgisayar artık hemen hemen her evde var. Bilgisayar aracılığıyla ki benim memlekette yapmış olduğum.. hani orası sıcak bölge tamamen açık da, onu fotoğraflarla vatandaşlara gösteririz. Şu anda benim savaşım ahırlarla, çünkü Şenkaya’da tarla tarımı öyle aman aman kıymetli bir iş değil. Şenkaya’yı allah hayvancılık için yaratmış, ama biz hayvancılığı hakkıyla yapamıyoruz. İnşallah aşacağız onu da.

Sohbete tanık oldum. Burdur’u örnek verdiniz ve süt verimi bakımndan bir inek türü ve değişiklikleri örnek gösterdiniz. Bir özet yapar mıyız?

Bugün hayvan yetiştiriciliği konusunda Burdur.. özellikle damızlık sığır yetiştiriciler birliği vasıtasıyla şu an çok modern, çok istenilen düzeyde hayvan üretimine başladılar. Yani o kadar gelişti ki artık vatandaş, ben filanca şekilli inekten filanca şekilli buzağı istiyorum diyor işte sarkık meme genelde istenmeyen bir özelliktir. Şu an Burdur’un % 80 – 90’ı koltuk memedir daha üsttedir. Yani fazla sarkık olup işte memelerin kirlenmelere karşı tedbir amaçlı yüksektedir. Mideye daha yakın, karın bölgesi de demeyim de, karın bölgesine daha yakındır. Süt verimi çok iyidir Burdur bölgesinin. İyi, normal şartlarda 20-25 kilo sütü rahatlıkla verir. Cüssesi çok iri değildir, yem tüketimi doğal olarak düşüyor. Bu gibi şeyleri, damızlık yetiştiriciler birliği gibi işte sivil toplum örgütleriyle, farklı yetiştiriciler vasıtasıyla.. bu inekleri bu şekle dönüştürebiliyorlar. Kendi teknik bilgileriyle. Tabii, işte yavaş yavaş, adım adım bugün Burdur Türkiye’de markadır.

Şenkaya bölgesinde hayvancılık ne durumdadır?

Şenkaya’nın 60 bin büyük baş hayvanı var, bunun ortalama 20-25 bin tanesi doğurabilecek yaştaki hayvanlardır. Ama Şenkaya’da doğru düzgün süt satışı yoktur. Süt Üretcileri Birliği kurduk, Damızlık Yetiştiricileri Birliği şube açtı, inşallah bu sivil toplum örgütleriyle birlikte çünkü onlar da nihayetinde tarım ve çiftçiye destek kuruluşlarıdır, bizim gibi, hep birlikte el ele vereceğiz, çiftçilerimiz muhtarlarımız, işte devletin ilgili birimleriyle Şenkaya hayvancılığından süt alacağız. Sütsüz bir hayvancılık akıl karı değildir.

Değerli İzleyici,

Şenkaya İlçesi Tarım Müdürü Sayın Hamza Sapar, bilimsel verilerle konuya yaklaştı. Bu bölge insanının yararlanacağını umut ettiğim, değerli bilgiler içeren bu söyeşi tekrar tekrar okunmalıdır. Tarım Müdürülüğü, benim izlediğim kadarıyla hayvancılık ya da arcılık konularında bir keşif masasıdır.

Değerli İzleyici,

Al alma konusunda bir anektot var. Bir kez sözcük tekerleme düzeneğine bağlı. Bakın hemen girer girmez; 'al, alma' dedim. Burada virgül koydum. Bu ne demektir. Bu al ve alma eylemliktir. Fiildir eski deyimle. Oysa 'al alma' bir sıfat, bir isimden oluşan bir anlam örtünüyor, yükleniyor.

Şöyle ki bir anda araç değişiyor. Taksiden inip uçağa biniyorsun. Hayır alma, ile evet al, emir kipinin verdiği sıkıntı orada dursun. Ötekine aşağıda değineceğim.

Rafet Bey'in daveti üzerine al almaların geldiği bahçeye gittim, arıları ve alma ağaçları soldaki fotoğraftadır.

Al alma değil bu kez o bahçeden sarı alma ile perdeyi kapatıyorum.

Al alma sözü, ikili bir anlam yüklenir. Yineliyorum!

Şöyle ki eylemlik emir kipi olarak "al, alma" anlamıdır birisi.

Ötekisi ise bir sıfat al/kırmızı, bir isim/elma anlamıdır.

Rafet Bey'in verdiği mani ise al/kırmızı sıfatına kızıl alma vurgusu yapıyor...

Tutkuyu, sevdayı, yürekteki yangını pekiştiriyor.

Yar kapıdan geçerken, cebine süzülmesi istenen alma...

İşte o.. o yürekteki ısı, o alev, o harlı yanış.. işte o, ancak böyle bir "al alma kızıl alma" sıfat tamlaması ile betimlenebilir halk söyleminde.

Maniyi yineliyor, Rafet Bey'in bahçesindeki Bardızlı sarı almalarla gönlünüzü serinletin diyorum.

“Al alma kızıl alma, gel yola düzül alma. Yar kapıdan geçerken cebine süzül alma.”

Sevgi, içtenlik...

Yazı ve fotoğraflar, Tekin SonMez

21 Ekim 2011 Cuma

Kars Platosu tarih kaynaklarından birisi de (Prof. Dr.) Bingür Sönmez. Bir yanda kar, Soğanlı Dağları, Bardız'da al almalar.. keşif masası; 15. yazı

Bugün 21 Ekim 2011. Bugün buradan, Bardız'dan al almalar, Bardız almaları sunuyorum sizlere. Anlatısı gelecek. Düne bir ek var ilk.

Dün: "Kars Tarihi yazarı Kirzioğlu, bir tarih kaynağı. İkincisi, eskilere gider," dedim.

Üçüncü bir tarih kaynağı daha var. Bu helezoni tarih sarmalına bir ek düşüyorum.

Tarihçi olmamasına karşın, son yüz yıllık olaylar zinciri konusunda kişisel çabasıyla devşirdiği belgelerle tarihçi gibi rol alan ünlü kalp cerrahı Bingür Sönmez (Prof. Dr.) var.

Son yıllarda bu belgelerle Sarıkamış, Bardız, Soğanlı Dağları tanımlanıyor.

Bugün 21 Ekim 2011. Evet, hayal şatoları, buzdan kuleler kenti Bardız'dan haberler sürüyor. Bu satırların yazarı tarihçi değildir. Her şeyden önce roman yazarıdır, gazetecidir.

İki yıl Güney Amerika, Peru, Bolivya, Meksika gezginlik gazete yazıları bir yana, iki yıl Hindistani, Nepali Katmandu seyyahlık gazete yazıları bir yana.

Şöyleki, en sıcak günlerinde Afganistan'a savaş muhabiri olarak gitmiş ve oradan yaptığı iletilerle Cumhuriyet Gazetesi'nin birinci sayfasından haberler sunmuş bir gazetecidir.

Burada, Bardız'dan ise savaş haberleri değil, sosyal haberlerle Bardız'ı gündeme alıyor. En önemli konu nedir, diyor burada! Seçenekler var mı, yok mu? Bunu bilmek önemlidir, diye soruyor. Ben de diyorum ki, Bardız’da seçenekler var.

Bardız’da açtığım keşif masasında kimi konuları öne aldım ve bunları haber gündemi yaparak sunum işlemini dün bir kez daha başlattım. "Çakırbaba’ya bir gece önce başlayan kar yağışı don tutma kıvamına gelmişti," dedim dün.

"Doruktan aşağı doğru inerken çevre dağlara düşen karla apak urbalar giyinmiş bir veli gibi Bardız orta yerde karasal görünümü ile ayakta dimdik duruyordu," dedim. Aşağı inince bir de ne göreyim! Al almalar, Bardız almaları beni bekliyormuş meğer. İnanmadınız! İnanmadınız!

Sevgili Fikret Acarşeki'ye sorun! Altmış, altmış beş yıl önce, Fettah Şenocak'ın elma bahçelerinden gece vardiyası elma toplayışını o anlatsın!

Karacaoğlan'ın seslendiği gibi al yanaklı kızlar gibi.. al almalar yine kütür kütür al alma olarak Bardız'da var... Fakat insanlar değişmiş...

Bakın! Sol ortadaki fotoğrafa bir daha bakın. Dorukta kar var, fakat aşağısı ise güz. Aşağı diye tanım verdiğim yerde ise iki ayrı katmer var...

Biri Bardız yerleşim alanı, arkaik kale çevresi. İkinci daha alttaki katmer, çayın akıp geçtiği vadi. Burası ise yazın son haftaları gibidir.Böylece iç içe üç ayrı doğal örtü, doğa katmeri var karşımızda. Üç mevsim aynı anda buradadır.

Yineliyorum: "Çakırbaba doruğu ile Coruh Irmağı kollarına bağlanan çay arasında bin metrelik bir fark bu vadiye daha ılıman bir iklim sunuyor. Bunun artısı var. Bu nedenle bu vadi meyve çeşitleri ile de zengin bir olanaklar demeti verir ilgi duyanlara. Yarın bu konuya fotoğraflar eşliğinde değineceğim," demiştim dün.

Burada iki, kimileyin üç mevsim yaşanıyor. Dağlar ak giysileri ile görünse de, kar daha sonraları aşağılara, dere çay boylarına iner.

Bunun bu topraklara verdiği olanak, şöyle ki sırasında iki mevsimi aynı anda yaşamak olur. Bu durum potansiyel bir artıdır. Hayvancılık dışında alternatif bir başka potansiyel olanak aranırsa bulunur.

Bunun altını çiziyorum. Neden bu konunun altını sürekli çiziyorum? Şundan! Çünkü burada yaşayanlar, tüm yumurtaları bir sepete koymuşlar!

Varsa da hayvancılık yoksa da hayvancılık. Evet hayvancılık ile bankacılıkta benzerlik vardır. Bu ne demektir? Ekonomik açıdan, bankaclık açısından yumurtaların tümünü bir sepete koymak demektir.

Paranız mı var, tümünü dolara değil bir bölümünü öteki paralara yatırırsınız... Paranız az, buz değilse altuna yatırırsınız, değil mi? Gümüşe bile daldırırsanız olur! Tahtaravalli gibi biri düşerse, ötekisi fırlar!

Şimdi bu işle gece gündüz helak olanları, kısacası parası olanları bir yana bırakalım! Bardız’da kalkınma proğramı yapalım... Seçenekler de var!

İşte salt hayvancılık ne olduysa oldu! Dört ay önce zuhur eden kuduz bir köpek macerası ile, bu et pazarı şimdilik kilitlenmiş söylendiğine göre. Tüm yatırımı buna ayarlayan insanlar ellerini oğuştura oğuştura devinip duruyor, ilgili kurumlardan ses işitmek istiyorlar. Tek sepete konulan yumurtalar kırılmış!

Açıkçası aradan geçen dört ay süresince, bir girişim yapmamışlar. Birilerinin gelip bu konuya el atmasını beklemişler, bekliyorlar. Bu güncel acil konuyu bir yana bırakıyor daha önce yaptığım bir söyleşi ile Bardız keşif masası yayınına geçiyorum.

Ancak buna geçmeden önce burada al mı al, kütür kütür almalar görüntüsü sunuyorum sizlere...

Nereden bunlar, diye soruları geliyor internet üzerinden. Biliyorsunuz, yeni dönem elma da yurt dışından gelmeye başladı, isterseniz almayın! Bir de bunun ekolojik üretimi var, pahalı mı pahalı! Böyle ise ne olacak? Burada görüntü veren al almalar ise, öykü şudur.

Buraya her gelişimde saygı ve sevgi ile elimi sıkan, hoş geldin diyen Rafer Pehlivan, bu elmaları bahçesinden getirdi. Nasıl şaştınız mı?

Rafet Bey dedim, bu elmalarda kurt izi göremiyorum, yara bere de yok, ne tür gübre verdin, kimyasal mı kullandın, dedim. Dedi ki; kendisi ne ise o, gübre falan vermedim, doğal hali budur.
Buna da şaşırdınız mı? Şimdi bu al almaları yemeyin de yanında yatın! Ne yaparsanız yapın...

Buranın demirbaş bir potansiyel gücü olan arcılık konusu var, ona geçiyorum.

Bu konuda yaptığım söyleşi... Merak ve ilgi bu ya, bu konunun, şöyle ki bu topraklarda bal’ın geleceği var mı diye düşe yattım.

Şenkaya İlçesi Tarım Müdürü Sayın Hamza Sapar’a bu konuda sorular yönelttim. Bunları da yarın sunacağım...

Bardız elmaları görüntüsü ile sunuma başladım, elma ile ayrılalım. Gökten üç Bardız elması düştü... Elma ile alma arasında dilbilim açısından farklı kulvarlar çıkar karşımıza... Örnekse Bardız elması, dedim. Bu ayni zamanda pırlantanın hamı, yontulmamışı için kullanılır. Örnekse "kaşıkçı elması," denilirse başka bir gönderme ya da örtünme yapar.

Bu satırların yazarı bu nedenle elma/sı değil, alma diyor... Bunun da emir kipi vardır! Dur, alma gibi. Türkçenin cilveleri işte... Siz hangi anlamda Bardız elmaları dediğimi çoktan ayrımladınız... Yineliyorum, gökten üç elma düştü...

Sevgi içtenlik...

Tekin SonMez, 21 Ekim 2011 Bardız, Şenkaya, Erzurum

Yazı ve fotoğraflar; Tekin SonMez

20 Ekim 2011 Perşembe

Kars Tarihi yazarı Kirzioğlu, bir tarih kaynağı. Öteki kaynak daha eskilere gidiyor. Hayal şatoları, buzdan kuleler kenti Bardız'dan haberler 14. yazı

Bugün 20 Ekim 2011, burası Erzurum İl sınırları içinde, Şenkaya İlçesine bağlı Bardız, yeni adı Gaziler. Buzdan kalesi olan arkaik bir dünya kenti olan Bardız’dan haberler sürüyor...

Daha önce “Tarih nasıl yazılır," dedik ve buradan yayın yaptık. Ardısıra “Bardız tarihi nasıl yazılır,” diye büyük bir soru işareti koyduk.

Hayal şatoları, taştan ve kayadan kuleler, buzdan bir dünya kenti Bardız tarihi diye yola çıkıyoruz. Tarih açılımı için bir kaynak, Kars tarihi yazarı Kirzioğlu. Öteki kaynak daha eskilere gidiyor.

Sırası geldikçe bunlara başvuruda üşenmeyeceğim. Şimdilik kısa haberlerle yetiniyorum.

Dün akşam Erzurum’dan buraya İsmail (Pehlivan) Kaptan’ın sürdüğü araçla geldim.

Erzurum Hava alanına 08:30'da inerken kar başladı. 06:30'da kalkacak uçak için tüm geceyi hava alanında geçirdim. Uyku gözlerimden akıyordu.

Aynı gün, şöyle ki dün, İsmail Kaptan'ı saat 14: 30'a dek uykulu gözlerle Öğretmen Evi'nde bekledim. Yol yağmur altında geçti.

Çakırbaba’ya bir gece önce başayan kar yağışı don tutma kıvamına gelmişti.

Doruktan aşağı doğru inerken çevre dağlara düşen karla apak urbalar giyinmiş bir veli gibi Bardız orta yerde karasal görünümü ile ayakta dimdik duruyordu.

Çakırbaba doruğu ile Coruh Irmağı kollarına bağlanan çay arasında bin metrelik bir fark bu vadiye daha ılıman bir iklim sunuyor. Bunun artısı var. bu nedenle bu vadi meyve çeşitleri ile de zengin bir olanaklar demeti verir ilgi duyanlara. Yarın bu konuya fotoğraflar eşliğinde değineceğim.

Bardız da (Gaziler) her yerde olan sorunlarla başabaş yaşam uğraşısı içindedir.

Bu uğraşılar da burada çeşitlilik gösteriyor. Neden tek uğraşı alanı değil de çeşitli diye soracak olursanız, yanıtı da var bunun. Çeşitlilik şundan. Bu coğrafya değişik konularda olanaklarıyla zengindir. Dileyen hayvancılık, isteyen makineli tarım, bunları beğenmeyen, arıcılık yapabilir.

Bu üç ayrı üretim alanı, üç ayrı konuda farklı sorunlar getirecektir. Biri ötekine benzemez uğraşı alanlarıdır bunlar.

Dahası da var! meyvecilik, sebze seracılığı için de uygun doğa koşulları var burada.

Burada yaşayanlara yetecek kadar üretilen ve çoğu çürümeye bırakılan elma türü başat olarak ele alınabilir.

Tümünü burada sıralamayacağım, yeri geldikçe keşif masasına alacağım.

Genç, dinamik, girişimci Gaziler (Bardız) Muhtarı Mehmet Emin Çakmur’un verdiği güncel bilgiler var.

Şu anda altı yüzün üzerinde yerleşik nüfusa sahip bu belde dışa göçü kesmiş. Az da olsa geri dönüş var.

Yeni doğumlarla çocuk sayısında da artılar olmuş. Belli bir tüketim ivmesi de yaşanıyor.

Bu günkü mevsim koşullarında siyah ve beyaz üzüm, muz gibi meyvalar alıcı buluyor. Dolmalık biber, patlican gibi orta direk tüketiminde olan sebzeler de burada var ve alıcısı da var. Bu simgeler Bardız’da sosyal bir refah düzeyinin olduğunu gösteriyor. Daha başka simgeler de var.

Salt, Muhtar Mehmet Emin Çakmur’un evi değil, dün Erzurum’dan yolcu taşıyan araç sahibi İsmail Pehlivan’ın evi de kat kaloriferi ile ısınmakta...

Sol yandaki fotoğrafta Muhtar Bey'in kaloriferli evi bu coğrafyanın verimini de gösteriyor.

Şimdi yukarıdan aşağıya doğru fotoğraflara bakalım. Çevre yakın doruklarda kar var.

Paradoks şuradadır. Bardız'da ağaçların yaprakları var ve yemyeşildir bunlar.

Yaprak dökülmesi bile başlamamış. Bu durum bir doğa harikasıdır.

Bu doğa iyi kullanılırsa, çağdaş bilgi ile ele alınırsa bu vadide artılar yükselir, refah düzeyi imrendirir.

Oysa bakın neler görüyoruz!

Kaloriferli evleriyle bu sosyal yaşam düzeyi ve ılıman doğa koşulları ile birlikte evet...

Gaziler’de eski adı ile Bardız'da can sıkan önemli bir konu da var.

Hemen tüm belde sakinlerini ilgilendiren besi hayvanı konusunda dertli olan insanların dilekleri de oldu.

Her şey talihsiz bir rastlantı ile olup bitmiş. Aşıları yapılan Kangal köpekler ünlüdür Bardız'da.

Fakat nereden geldiği bilinmeyen "kuduz" bir köpek ölüsü nedeniyle altı ay için "karantina" konmuş.

Et konusunda, kasaplık büyükbaş besilik hayvan konusunda pazara açılmaları sınırlanmış.

Bu sürenin dolmasına iki ay daha var. Hayvan satışı dondurulmuş.

Yaşamın ekonomik motorları durdurulmuş açıkçası. "Felaket" bölgesi gibi bir destek bekliyorlar ilgili kurumlardan.

Prof Dr. Kalp Cerrahı Bingür Sönmez’in son yıllardaki büyük uğraşısı ile dünyaya tanıtılan ve ün kazanan bu belde işte şimdi talihsiz bir rastlantı ile böyle bir konuya kilitlemmiş... Burada yaşayan her aile işte bu nedenle ekonomik sıkıntı içinde kışa giriyor.

Güncel başka haberler baskın olmazsa yarın buna biraz daha değineceğim.

Sevgi içtenlik...

Tekin SonMez, 20 Ekim 2011 Bardız, Şenkaya, Erzurum

Yazı ve fotoğraflar; Tekin SonMez

15 Temmuz 2011 Cuma

"Sarıkamış Şehitleri Gönüllüleri"ni ünleyerek Soğanlı Dağları'na geldiler. Edebiyatın utkusu ile ben buradayım... On üçüncü yazı...

Bu grup yürüyüşü konusunda basında haberlerin ardı arkası kesilmiyor.

Aynı temayı güncel medya gibi vermek edebiyat türünün dışına çıkıyor. Ben bir edebiyat yazarıyım.

Bu dağlarda ve at sırtında edebiyatın utkusunu muştuluyan Puşkin'i anarak konuya dönüyorum.

Bu başarıda kare aslarını tamamlayan tüm görsellikler sil baştan burada.

İlk günkü yayınla da bir kucaklaşma görsellliği verdim. Şimdi şuraya bir an bakıyoruz.

Kameralar karşısında, kucağında çiçeklerle arkadaşına sarılan bir yolcu. Dört günlük yoldan gelmiş.

Bu yolcuyu tanıdınız mı? Bir ülkü uğruna Sarıkamış Şehitleri için yola çıkan insanlar var. Şaşırdınız mı?

İlk gün kapalı zarfla verdiğimiz fotoğrafları açıyoruz. Bu adsız kahramanları, onları da tanıtıyoruz.

İşte Sarıkamış doğumlu mühendis Ahmet Günay, koşup duruyor Bingür Bey’in yanında.

Gelecek yıl o da bu yürüyüşe fiili olarak katılacakmış.

İskambil kağıdı kare dörtlüsü içinde belki de ikinci kişisi olarak bu yürüyüş konusunu onaylayan o.

Neden? Çünkü o bir dağcı. Himalayalar'da Türk Bayrağını en doruğa konduran.

İki yüz yıldır İstanbul’da yaşayan bir ailenin oğlu Nasuh Mahruki.

Ağrı Dağı’nda da Bingür Bey’i yalnız bırakmamıştı.

Dünya’nın birçok yerinde kurtarılmayı bekleyenlere koşuyor.

Koşup geldi İstanbul’dan, Bingür Bey’i Çakır Baba’da karşıladı.

Böyle candan dörtlü işte, içtikleri su ayrı gitmiyor desem abartmış olmam herhalde.

İşte Kars doğumlu Erkan Karagöz. Hukukçu, yazar, araştırmacı.

Yazma işlerini bir yana bırakacak, o da seneye yürüyecekmiş.

Kars konularını elekten geçiriyor ve Bingür Bey'in yanında koşuyor o da.

Sonra bu merkezin çevresini oluşturan ve koşan öteki katılımcılar.

“Sarıkamış Şehitleri Gönüllüleri” olarak adlandırmışlar kendilerini.

Hayranları var. Anlaşıldığı kadarı ile bugün uzun bir yol aşılmış...

Gelenler ter içinde. Sırtlarında yükleri var.

Hayranları onları karşılıyor, kucaklaşıyorlar.

Bu yürüyüşlerin en ünlüsünü Macchu Pichu doruğunda yaşadım.

Bu konuyu o günlerde Hürriyet Gazetesinde yazdım ve tam sayfa fotoğrafladım.

Bu konu çok heyecan verici bir konu. Tarih ve doğa turizmi diyorlar.

Soğanlı Dağları da tam bu konu için biçilmiş kaftan.

Tarih için tuzağa düşmeyeceksin ve uzağa gitmeyeceksin, Rusya’yı buraya çekeceksin.

Onlardan da on binlerce insan Çar’ın hatırı için yaşamını bu topraklarda bırakmadı mı?

Bu çalışkanlığın arkaplanında (soldaki fotoğraf) deneyimli turizmci Haluk Bey ver. O da çok yoruldu.

Ayrıca eğri oturup doğru konuşalım, diye bir ata sözü var, onu yineliyorum. İşte size kollektif tarih ve turizm!

Onlar bu topraklara niçin gediklerini öğrenemeden, bizim şehitlerimizle yan yana karların içine gömüldüler.

Bir daha savaş olmaması için belki onlar da bir kardeşlik anıtı yaparlar!

İşte böyle bir tarih turizmini açalım Rusya’ya doğru.

Gelibolu’ya nasıl geliyorlar deniz aşırı ülkelerden? Rusya’dan bir koşu çıkıp gelecekler buraya.

Ortak tarih, ortak akıl, ortak doğa daha ne olsun.

Turizm konusunda koşan işadamları ne güne duruyorsunuz?

Bingür Bey ve arkadaşları unutulan ve açılmayı bekleyen yolu açtı. Bu da bir yoldur.

Sizler de bu yolun taşlarını döşeyin ve hemde iş alanları açın bu bölgeye.

Yol vardır kısa olur, hani o seni çekip götürmezse, sen onu alır götürürsün. Yol vardır uzun mu uzun çekemezsin.

Tıpkı okurunu bekleyen yazılar, kitaplar gibi yüzlerce yıl yolcusunu bekleyen yollar da vardır.

İlk yazıda yol imgelemi anlatının içinde ergiyip yoğrulsa da, romantik bir bakış gibi son tümceye oturdu.

Ne oldu biliyor musunuz? Yola çıkarken Beyoğlu’nda ikinci/el kitap sergilerine kısaca göz attım.

Puşkin’den, (M.E.B 1945 basım, Hasan Ali Ediz çevirisi) “Bileykin’in Öyküleri” karşıma çıkmaz mı?

Daha önce de okumuş unutamamıştım. Hiç açılmamış olması insana hüzün verir.

Sayfaları hiç açılmayan bu kitap bir ortaokul kitaplığından buraya düşmüş.

Tıpkı Soğanlı Dağları’nın onlarca yıl turizme açılmayışı gibi.

Demektir “Bileykin’in Öyküleri” atmış beş yıldır açılmayı bekliyor.

Okurunu bekleyen kitaplar, yüzlerce yıl yolcusunu bekleyen yollar vardır, dedim yukarıda.

Bir ironik örtüşme var burada. Açılmayı yıllarca bekleyen kitap ve yol.

Bingür Sönmez ve arkadaşları, o yolcusunu bekleyen yollara çıktılar ve Soğanlı Dağlarına vardılar.

Ben de o Çakır Baba varış noktasındaydım. “Bileykin’in Öyküleri” cebimde.

Onun sayfalarını Çakır Baba öncesi açtım.

Yetmiş beşinci doğum günümde savaşın ruhunu bir daha algıladım.

İlk “Düello” adlı öykü yıllar sonra bir daha. Bu komşu halkın savaşçı ruhunu Puşkin çok iyi betimlemiş.

Padişah damadı Enver Paşa bu öyküyü okusa, nasıl savaşçı bir ordu ile karşılaştığını anlardı.

Bu ordunun o günlerde Puşkin diye bir yazarları da vardı.

Yazarları ve edebiyatı hafife almayacaksın. Her yazılan edebiyat değildir elbette.

Fakat gerçek yazınsal metiler gelince, su gider, kum kalır.

Olay geçer, yazar ve yapıt kalır. Edebiyat'ın utkusu ve gizi budur.

Bakın arkadaşlar, Puşkin gibi bir yazarı olan bir orduyu yenemezsiniz...

Osmanlı generalleri hiçbir zaman böyle bir yazarı, kendi yazı dillerinde okumamıştır.

Bir ülkenin, bir halkın yükseliş göstergesi, o ülkede konuşulan dil ve edebiyatın düzeyi kadardır.

Çünkü edebiyat zeki insanlar için yazılır. Savaşı kazananlar da onlar olur.

Sevgi içtenlik...

Tekin SonMez, 15 Temmuz 2011 Bardız, Şenkaya, Erzurum

Yazı ve fotoğraflar; Tekin SonMez

14 Temmuz 2011 Perşembe

Puşkin ile başlayan 'edebiyat'ın cesareti Erzurum, Sultan Sekisi'ni de içine alan Soğanlı Yaylaları'nda: On ikinci yazı

Bu konulara uzak olanlar, tuhaf bir şey, bana uzaktan soruyorlar.

Ne oluyor orada? 14 Temmuz 2011, üçüncü gün bugün, Bardız’dan canlı yayın yapıyor yazarımız.

Canlı yayın yapıyor ve bir olgu düzeyinde bu öykünün toplumsal kaynaklarını arıyor.

Olayların arkaplanına girmeden, toplumsal olsun bireysel olsun tarihsel olsun algıda zorlanırsın, diyor bana.

Ne yapabilirim? Söylence Berlin, BenAras romanlarının yazarı olarak ne yapabilirim...

Tutacak bir yer arıyorum ben de aslında. Hani sıcak kestane derler, eline alamazsın.

İsveçliler ve Almanlar buna, sıcak patates derler, eline alamazsın kabuğunu soymak için.

Sıcak kestane de böyledir. Onlara diyorum ki: Her öyküde olduğu gibi bunun da bir başlangıcı var.

Sarıkamış doğumlu bir cerrah var bu öykünün kahramanlarından.

Mesleğinde tanınmış, ününü yurt dışına çıkarmış.

İleride neler olursa olsun, evet bu öyküde yer alan karamanlardan birisi o.

Erzurum doğumlu saygın bir hukukçu da var. O tarihlerde Erzurum Kalkınma Derneği Başkanı.

Tanınmış, ününü yurt içinde yaymış, kitlesel tabanına kendisini saydırmış, bu öyküde yer alan kahramanlarından birisi de o.

Bu ikili ardılı, öteki kahramanlara döneceğim. Bu ikili yakın alanda koşmaya başlamışlar farkında olmadan.

Saygın avukat ve Erzurum Kalkınma Derneği Başkanı yılda bir kez, Sultan Sekileri Şenliklerine hız vermiş, önder olmuş.

Buna arkaik şamanizm kalıntısı ya kalıtı bir doğa panayırı da denilebilir, biraz da içrek doğaçlama bir hareket düşünün siz.

Erzurum'da saygın hukukçu bu etkinliği her yıl kitlesel bir şölen gibi alır.

Sarıkamış doğumlu cerrah, Soğanlı çevresinde baharda yapılan “Çakır Baba” ziyaret etkinliğini alır.

Usunda, çocukluk algı dağarında; “Sarıkamış Şehitliği” diye bir imgelem de var.

Soğanlı Dağları her bahar doğa şölenine sahne olur ve on binlerce “kefensiz ölü” için mezar yeri olarak bilinir.

Burası ünlü Puşkin’in 1828 yılında, Çar Aleksandr Orduları ile geçtiği yerdir.

Kars Platosu’nun batı yakası tabanıdır.

O yıllarda bu ordular Erzurum’la yetinmemiş Bayburt’a dek sınırları aşmış.

Ele avuca sığmaz, uzun ve kapsamlı bir savaş tarihi öyküsüdür bu.

Anlatının başında andığım saygın hukukçu ile ünlü cerrah, ele avuca sığmaz kişlikleriyle işte bu mekanda tanışırlar.

Birisinin altbilincinde Sarıkamış Şehitliği ve “Çakır Baba” yıllık bahar etkinliği vardır.

Diğeri ise simgeleriyle, şöyle ki, Erciyas’da oba kurup bulgur pilavı şölenlerini çağrıştıran bir hareket noktası alır.

Bu ikili aynı doğal ve yerleşik kaynaklardan yola çıktıklarında, ister istemez karşılaşırlar.

Şöyle bir imgelem! Benzer yöne doğru akan iki ırmak bir yönde birleşince ne olur?

Güçlü olan akışa hız verir ve tüm kütleyi sarar.

Bardız ve çevresinin “Çakır Baba” etkinlikleri boşalan köyler, göç nedeniyle unutulmuştur.

Öykünün iki kahramanı işte bu doğal örtüde karşılaşırlar.

Tarihe yön veren, efsaneleri doğuran anlatıların bir çoğu bu kaynaklardan alır gücünü.

Efsaneler çokluk yiğitlik, kahramanlık, yenilmezlik üzerine kuruludur.

Puşkin’in “Biyelkin’in Hikayeleri”nde yiğitliğe bağlılıkla sarılmaların temelinde bu kahramanlık, yenilmezlik ögesini açık seçik buluruz.

Kitlesel hareket bu yönde sarılır efsanelere. Bu durum hemen dünyanın her yerinde geçerlidir.

Fakat Puşkin ve anlatısına özne yaptığı olaylar, Osmanlı ile savaşa tutuşan bir ordunun arkaplanındaki tutku ve yiğitlik idollerini de verir.

Bunlar bizim toplumda da geçerli olur.

Sarıkamış Efsaneleri’ne baktığımızda, doğaya karşı savaş vermiş ve doğa içinde erimiş on binler görürüz.

Doğanın gücü ile uzun uykuya dalmışlar, klasik yiğitlemelere aykırı yerde unutulmuşlardır.

Bu olaydaki en zorlu paradoks, şöyle ki açmaz şuradadır: Savaştan yana mı barıştan yana mı olacaksın?

Öykü kişilerinden ünlü cerrah Irak Savaşı’nı kınayan gazete ilanları verir, “Sarıkamış Şehitleri”ne sarılır.

Düz mantıkla bu olaya baktığımızda bir çelişki sanısı edinir insan.

Özde barışçı tutum vardır burada.“Sarıkamış Şehitleri” konusu, savaşın zalimliğini sergiler ve savaşa karşıt bir imgelem de içerir.

Sarıkamış doğumlu ünlü cerrah Bingür Sönmez ile Erzurum doğumlu tanınınmış saygın hukukçu, Erzurum Kalkınma Derneği Başkanı Nejat Bölükbaşı işte böyle ikinci ortak bir payda üzerinde karşılaşırlar.

Yeni efsaneler yaratılırken ağıtlar ve koçaklamalar değişmez, kahramanlıklar giyit değiştirir.

Savaş karşıtı bu etkinlik, Çakır Baba’da, Soğanlı Dağları’nda, 9 Temmuz 2011 günü yaşanır.

Bu satırların yazarı da oradadır. Sarıkamış doğumlu Bingür Sönmez ile Erzurum doğumlu Nejat Bölükbaşı’nın orada kucaklaşmalarına tanık olur yazarımız.

Olayın bir başka ilginç yanı da Rus orduları ile tanık görevi alan sefere katılan Puşkin'dir.

Tam da bu satırların yazarının Bardız’da, Soğanlı eteklerinden haber yaydığı bu günlerde, Puşkin buralardan geçmiştir.

14 Temmuz 1828’de: “Savaş bitmiş görünüyordu, dönmeye hazırlanıyordum.” Aynı gün:“Erzurum’da halk hamamına gittim,” der. 19 Temmuz’de Kont Paskeviç’le vedalaşır. General Burtsov’un Bayburt dolaylarında vurulduğu yolunda acı haber gelmiştir.

“Cesur Burtsov’a yazık oldu,” diye not düşer Puşkin. Şunları da eklemeden geçemez.

“Bu olay, yabancı topraklara derinlemesine girmiş, ilk başarısızlık söylentisinde ayaklanmaya hazır kinli bir halkla sarılmış az sayıdaki bütün kuvvetlerimiz için de felaket olabilirdi.”

Bu betimlemeden sonra Puşkin güncesine yazar: “Kont, bana bundan sonraki olayları görmemi önerdi. Ama ben Rusya’ya çabuk dönmek istiyordum.”

Puşkin yine Soğanlı Dağları’nı, bugün bu satırların yazarının haber yaptığı toprakları geçerek geri döner.

Her iki taraf için de acı çeken, Türk yaralıların yardımına koşan, Puşkin acıya tanık olur ve paradokslara daha fazla dayanamaz.

Bir yazar için çok farklı bir konudur savaş. Paradokslarla dolu, dikenli tellerle sarılmış, acı veren, insanı sarsan bir olgudur savaş.

Bu satırların yazarı da yaşanan günlere ve yeryüzündeki tüm insanlığın unutulmaz ortak acılarına tanıktır.

Daha özü onun tanıklığında yazıdır tanık olan, söz değildir.

“Neden buradasın, buralarda ne arıyorsun,” diye soran meraklılar, bakalım ne düşünecekler bu kez.

Sadece öldürenlerin yiğit oluşu değil, ölenlerin de yiğit olduğu bir dünyadayız artık.

Romantik sayılsa bile "Silahlara Veda" diyen antisavaşçı bir harekettir bu hem de.

Homer Destanları’nda, öldüren Akhilleus değil, öldürülen Hektor için yas tutar Homeros ve ağlar için için.

Tüm destan neredeyse bu ölümün tanıklığını yapar ve ölümsüzleştirir Azra Erhat'a göre.

Savaşın dehşetini gözler önüne seren en etkin yazınsal metinler edebiyat ürünleridir.

Şimdi bu satırların yazarı neden buradadır?

Soğanlı Dağları’nda silahlarını doldurmaya vakit bulsalar da; ayaklara postal, sırtlara kaput almadan kışa, zemheriye, tipi ve borana tutsak olmuş gepegenç Hektor benzerleri bu topraklarda yatıyor.

Onlar öldürmedikleri için kahramandırlar bugün.

Romantik olmayan; öldüren için de, ölen için de kaleme alınmış, ağlayan fakat göz yaşlarını göstermeyen, kalıcı yazınsal metnin acı tanıklığıdır bu.

Bakın nereden yola çıktık, nereye geldik...Yolu mu yitirdik? Sanmıyorum...

Sevgi içtenlik...

Tekin SonMez, 13 Temmuz 2011 Bardız, Şenkaya, Erzurum

Yazı ve fotoğraflar; Tekin SonMez