12 Mart 2011 Cumartesi

Kars Erkek Sanat Lisesi 1950. Elmastan ve buzdan bir kale kenti Bardız tarihi... Üçüncü yazı...

Bu fotoğrafta bir Romeo var. Bir mi? Bunların her biri de birer Romeo...

Ben, bunlardan sadece Bardızlı Romeo ile ilgili yazıyorum.

Bu fotoğrafta gördükleriniz Karslı Romeo/lardır. Sürüsüne bereket!

Ayrıca her Romeo da kendisine bir Shakespeare bulsun. Burası da böyle!

Benim işaret ettiğim Romeo hangisi? Bakalım, bu fotoğrafta onu tanıyacak mısınız?*

1950'de, Kars Platosu, Bardız kentinden bir Romeo. Kars Erkek Sanat Lisesi 1950.

Buzdan bir kale kenti Bardız ve demirkır ve süvari ki; Sarıkamış, Kars, Erzurum; her kim varsa tanır onu, diye 4 Mart tarihinde yayınladık bu konuyu.

O yazıda bugün, onu herkes tanır dedim. Oysa burada 1950'den bir fotoğraf var. Fotoğrafta 8 genç Romeo var. Hangisi kahramanımız?

Şöyle ki kahramanımızın 1950'lerde bıraktığı fotoğraf için, onu tanıyacak mısınız, diye soruyorum.* Soruda bir çelişki yok!

Bir çağrışım simgesi veriyorum. Sağ altta hemen. Bakın!

Kahramanımızı tanımanız için daha önce verdiğimiz bir fotoğraf. Demirkır üstünde.

Soğanlı yaylaları eteğinde 40'lı yıllar. Şimdi siz onu tanıyadurun.

Ben de Bardız Tarihi araştırmasını sürdüreyim, kalemimin mürekkebi kurumadan...

Önemlisi bir konu daha, şu soruyu keşif masasına getirelim, izninizle.

Her, Romeo ve her Juliet bir de Shakespeare gereksinir kimilerine göre. Gereksinir mi?

Bir Shakespeare de Bardız’da olmasın mı?

Üstteki Romeo/lar gibi sürüsüne bereket diyeceğim de hani yok işte!

Shakespeare yok Bardız’da, fakat sürüsüne bereket Juliet de var Romeo da var.

On yıl beklemiş demirkır atın üstündeki ergen, işte bunlardan birisi. Sürüsüne bereket sözüne gelince imgelemin güzelliği burada...

Sürüsüne bereket derken Juliet, şöyle ki huriler o günlerde sahne almışlar bakın.

O fotoğraflara da sıra gelecek, sabırlı olalım. Tarih meraklıları şimdi düşkırıklığı içinde olmalı.

Değil mi Bardız tarihi diye yola çıktık, önümüze bu demirkır atlı çıktı. Ne yapalım?

Onu tanıyanlara, facebook üzerinden onun adını verenlere, bardız’da aşkın tarihi, adlı kitabımı imzalayıp armağan edeceğim.

Bu demirkır atlının adını şimdilik vermiyorum. Meraklısı araştırsın bakalım.

Onun yerine üçüncü bir görsellik daha, 1952'den, dört delikanlı oturmuşlar.

Şimdi biz, Bardız tarihine bu açıdan mı bakalım?

Şöyle ki bardız’da aşkın tarihi adlı kitap! Olur mu? Olur! Bir konu daha var!

Tarih anlatıcıları, her kent için düzmece bir yiğit ve kahramanlık öyküsü bulur.

Cesaret sağ köşedeki fotoğrafı tanımaktan değil, onu anlamaktan geçer, dedim ilk anlatıda.

Her kent, her belde, her köy anlatılmayı bekleyen aşk öyküleri için cesur bir anlatıcı bekler.

Bu öyküler de kişiler de sayıca az değillerdir. Hemen her öykü gerçektir üstelik.

Birbirlerine karasevda olan ve fakat aileleri tarafından engel koyulan gençlerin öyküleri de, en az kahramanlık menkibeleri gibi anlatılmalı.

Aile engel mi çıkarmış iki gencin kavuşmasına! Orada hızırın atı, işte o gördüğünüz demirkır sahneye çıkar.

Böyle olmuş aslında burada da. Demirkır atın terkisi ne güne duruyor!

Bu fotoğraftaki ergen de bunu anlatıyor bizlere. Onu bu şekilde anlamamızı istiyor.

Dizginleri tutuşuna göre, yarım dönük duruşu ile terkiyi işaret ediyor. Onu da çağrıştırım yötemiyle keşif masasına getirdik.

Konular arka arkaya geliyor. Aşağıdaki Bardızistan güzellerine bakın ilkin! Bu görselliği bilmecenin çözümü için yine yayınlıyorum.

Romeo için on yıl bekleyen bir Juliet var içlerinde! Aşkın tarihi başkadır.

Orada dursun bakalım. Olası ki sırası gelir... hele durun bakalım bir...

Bu bilmecenin ikinci aşaması, dedim. Aslında konunun en civcivli yeri de burası, dedim.

Bardızistan güzelleri... Bilin bakalım hangisi, evet birisi, dedim.

Bunu bilenlere de imzalı bir aşk romanımı armağan edeceğim.*

Evet! Bardız tarihi.. Buzdan bir kale kenti Bardız tarihine işte böyle böyle gideceğiz...

(sürecek)

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, Stockholm, 12 Mart 2011

*Demirkır atın üstündeki biniciyi ve onun on yıl beklediği kimse onu tanıyanlara da armağan kitap sözü var.

4 Mart 2011 Cuma

Kars Platosu, Bardız tarihi.. Buzdan bir kale kenti Bardız tarihi ve demirkır ve... süvari ki; Sarıkamış, Kars, Erzurum; her kim varsa tanır onu...

Cesaret ilkin sağ köşedeki fotoğrafı tanımaktan değil, onu anlamaktan geçer, dedim ilk anlatıda.

Bu kişiyi herkes tanıyabilir. Fakat!

O fotoğraftaki duruşu, esastan, özden anladık mı? Bir, bir daha bakalım!

Bu duruşun verdiği bir mesaj yok mu? Ben geliyorum, bakın buradayım.. gibisinden...

Seksen yıla, hiç eksilmeden yüz yıla yayılacağını, süreceğini imleyen bir duruş değil mi?

Onu tanıyoruz, tanıyoruz da esas mesele, onu anlamak...Onu anladık mı?

Onun adını, sanını gözü kapalı söyler bu fotoğrafı gören her Bardızlı.

Her Sarıkamışlı, Karslı, Erzurumlu; Kadıköy, Maltepe, Pendik, her kim varsa tanır onu.

Bakın bu yetmez işte! Betimini bekleyen olgunun boyutu için onu tanımak yetmez.

Böyle ise onun duruşunu anlamak nasıl olur?

Sükunetle ve birlikte bakalım şimdi.

Demirkırın duruşu ile süvarinin duruşu, ikisinin duruşları paralel aynı yönde bir ve tek imgelem veriyor.

Bunu, eski biniceler farkeder hemen.

Duruşta bir hedef var. Hedefe kilitlenme var. Ayırdına varılması gereken birinci öge bu.

İkinci öge için, çok şaşıracaksınız, eminim? Fakat sakin olun, şaşırmayın!

Bakın, bu fotoğraftaki kişinin içinde Bardızlı bir Romeo yatıyor.

Haydi bakalım, ayıklayın pirincin taşlarını! O da nereden çıktı, diyeceksiniz.

Bardız nere, Shakespeare nerede ve Romeo kaçıncı yüz yılda ya da hangi sahnede, nerede?

Bu tür karşıt görüşler geliyor internet üzerinden. Gelsinler. Gelsinler.

Böyle karşıt görüşlerle terazideki denge sağlam olur, öykünün eksiği gediği sağlanır açıkçası.

Yoksa kantarın topuzunu elden kaçırır, günde beş on defa aynı şeyi yineleyen megafona döneriz.

Bakın, terazideki denge bozulmayacak, hele hele işin içinde esrarlı meseller varsa bir de.

Memnun oluyorum karşıt görüşler gelince. Coşuyorum.

Bununla birlikte yineliyorum da; bu fotoğraftaki kişinin içinde Bardızlı bir Romeo yatıyor.

İroni ise ironi, nükte ise nükte... Çatık kaşlarla konuya yaklaşmak yetmez.

Sözün nüktelisi de var, ‘cinas’ lı (Ar. sözcük) olanı da.

Var da, bu fotoğraftaki kişinin içinde Bardızlı bir Romeo da var.

Bu görünüşün içinde Bardızlı bir Romeo yatıyor derken, uykuda demek istemedim.

Var, demek istedim. Uykuda olsa bile, uyanacak demektir.

Hint felsefesine bakanlar ‘reincanation’diye ad verirler bu duruma.

Bunun Türkçesi ‘yenidenyinedoğum’ demekmiş.

Kışın, doğa/toprak uyur, baharda uyanır, bunun gibi.

Bu kişi, bir Romeo olarak Bardız’da zuhur etmiş anlamında, diyorum ki; bu fotoğraftaki kişinin içinde bir Romeo yatıyor.

Yatıyor sözü fazla, uyanmış aslında o fotoğraftaki duruşu esas alırsak.

Varın siz bunun tersini ileri sürün bayanlar ve baylar ve buyurun belgeleyin.

Şöyle ki varolan bir şey bu. Sonradan olma değil. Güneşi sıvayacak gücümüz yok!

Koşullar onu o tarafa sürüklemiş olsa, o bir Romeo olarak Bardız tarihine geçecek kadar bu işe ciddi sarılmış.

Bir bakın, hele dizginlerin tutumuna bir bakın...

Sarılmış demek de zayıf kalıyor burada, bakın bir aşk baladı var ağzının kıvrımlarında.

Atın dizginlerini tutuş bunu göstermiyor mu? İşte bu denli kolay bu kişiyi anlamak!

Hem bu demirkırın, hem de üzerindeki duruşun gizine varmak, bu denli kolay.

Demirkır ata da geleceğiz. Sırasıyla...

Bu ergen oğlanın duruşunda bir öykü gizli.

Gizli ki, daha o zaman, o yıllarda başlayan bir sevda bu.

Bakın bir sır vereyim size.

Daha ilk çarıkları dikildiği gece ne oldu biliyor musunuz?

Şehriban Nene diye bir hanım varmış güzel çarık dikermiş, söyleyenin yalancısıyım.

O daha 8 9 yaşınayken, ona da çarık dikmiş Şehriban Nene. Şimdi bakın burası da önemli.

İlk çarıklar ve ilk gece.. o çarıkları başının altına koyup uyuyan ve düşünde gördüğü güzelin elinden bade içen o.

Kim? Kim olacak! İşte o demirkırın üstündeki binici...

İnanmayacaksınız, sesinizi buradan işitiyorum!

Okul günlerinden, hemen bir, iki alt sınıfta Bardız güzelleri vardır.

Bu demirkır üzerine çıkan ergen, Bardızlı bir huriyi kafaya koymuştur.

Ne olursa olsun, o huri olmazsa ortalık karışacak. Şöyle ki o huriyi atın terkisina atıp kaçıracak.

Doğaldır ki zorla kaçırma, kaçırılma öyküsü değildir bu öykü.

Şehriban Nene’nin diktiği çarıklarla gelen; daha özü yastığın altına konulan imgelemle gelen o saf, temiz çocukluk düşü de bunu söylüyor.

Onun, olmazsa olmazı, budur. Böyle de, kızın da gönlü olacak mı bakalım. Ona da geleceğiz.

Şimdi burada bir kahve, çay molası verelim. Kete, katmer, bişi.. ne varsa getirsinler...

Gördüğünüz gibi bu öykü Bardız tarihi bitene degin uzayacak...

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, Stockholm, 4 Mart 2011

2 Mart 2011 Çarşamba

Tarih nasıl yazılır? Bardız tarihi nasıl yazılır? Kağıttan şatolar, kartondan kuleler, buzdan bir kale kenti Bardız tarihi diye yola çıktık!

Tarih nasıl yazılır? Bardız tarihi nasıl yazılır? Kağıttan şatolar, kartondan kuleler, buzdan bir kale kenti Bardız tarihi diye yola çıktık!
Bardız tarihi yazmaya kalkışmak cesaret ister! Cahil, cesur olur diye bir söz de var! Gerçek mi?

Kimilerine göre çok, çok kolay! Cesaret ilkin sağ köşedeki fotoğratı tanımaktan değil, onu anlamaktan geçer?

Kimdir bu? Neden ata binmiş ve neden o cazibeli görüntüyü vermiş?

Kız kaçırmaya giden bir atlı mı, yoksa okula gitmek için at binen bir ağa oğlu mu? Olsun!

Bu yol sırlı efsanelere iz süren, hızırın rüzgarını terkiye atmış kır atlının öyküsünü gerektirir.

Bir de erken yaşlarda gönül verme, ilkokul sıralarında bir Romeo öyküsüne hazırlanma serüveni olur.

Her Romeo bir Juliet gereksinir! Bunu nerede bulacağız? Bakın bir bu eksikti!

Kağıttan şatolar, kartondan kuleler kenti Bardız tarihi diye yola çıktık! Karşımıza bir atlı çıktı!

Bir de William Shakespeare adlı piyes yazarı, Romeo ve Juliet diye bir eser kaleme alıyor.

İyi de biz Bardız Tarihi’ni William Shakespeare piyeslerinden mi öğreneceğiz?

Öyle değilse eğer.. iyi de biz Shakespeare'den beş yüzyıl sonra mı yazacağız, Bardız Tarihi’ni?

Yaşamın cilvesine bakın siz! Bu atlıyı geçersek, daha doğrusu bu atlıyı savuşturursak belki birkaç satır dökülür ortaya bu kalemin ucundan.

Bardız/Bardez tarihi de sır olmaktan çıkacak ve bu satırların yazarına arkeolojik definesi ile açılacak.

Hani sırlarını, masallarla yarışan esrarını verecek ya, Bardız da bu satırların yazarını beklemiş demek...

Orada bir sevda baladı söyler gibi ağzını yarım açık tutuyor kır atlı.

Ne yapalım! Bu görselliğe zom yapalım! Yakın çekim yapalım. Yaklaştırdık işte!

Zaloğlu Rüstem gibi, Bardız'dan içeri girenlere karşı koyacak dersiniz hani!

Sağ yumruğu yarım havada ve ayak üzengide, dizginler elinde; sıkmış onu, at binicisinin altında oynar!

Binici de bunu biliyor. Bu nedenle atın yeleleri havalı.

At sırtındakini tanıyor. Çok bakımlı bir at.

Belli ki bu atlının cirit atmak gibi bir derdi de yok.

Onu da yapar ve Kars Platosu yarışına da çıkar.

Şimdi bu ata ve atlıya biraz daha yaklaşalım! Atın dizginleri gergin.

Yeleleri dik, kuyruğu fırçalanıp taranmış, kaşağılanıp parlatılmış bir at. Kır at dediğin de böyle olmalı!

Bardızistan'da kır ata binmek için, sırla sırlanmış farklı bir yoldan gelir insan.

Bu doğanın atı daha çok dor, yağız olur. Bu kır at da nereden çıktı? Orası Çamlıbel mi?

Köroğlu'nun kır atı sanki, şahlanacak ve... rüyada olan periyi alıp gelecek.

Durun bakalım! On yılı var!

Değerli İzleyici,

Bu fotoğrafa nereden bakacağız? Yıl, 1940-45 arası olmalı.

Tamı tamına on yıl bekleyecek bir at ve atlı var...

Bardız Tarihi dedik, bu kır atlı yolu kesti. Geçemiyorum!

Bu at bu ergeni uçuracak! Görüyorum!

Ne yapabilirim?

Onun karşısına öteki fotoğrafı çıkarırsam, oradan geçebileceğimi cinler haber verdi! Olsun!

Biliyorum, bu genç, on yıl bekledikten sonra bendini taşmış su gibi, bu kır at ile o yakaya geçecek!

Şöyle ki, Shakespeare ile, Romeo Juliet trajedisi benzetmesi, çağrışımı olmasın.

Hiç de değil!

Aileleri düşman iki gencin ölümü göze alışlarını Shakespeare (1564-1616) bu klasik eserinde anlatır.

O sağdaki kır atlıya soralım isterseniz! Kahramanımız ne diyecek?

Kendisine soracak olursak, şöyle o kır atın üstünden bakan atlımız, diyecektir ki;

‘On yıl ne ki, 20 yıl bile beklerdim….’ İşittiniz mi? Yiğit dediğin de böyle olur.

Böyle bir öykü işte. Kızın babası, ağabeyleri on yıl sonra gel, diyesi olmuşlar da...

Hani, bu kır atlı da, hadi canım, sizde diyerek, o fotoğraftaki güzellerden bir başkasını terkisine atıp bir masal kahramanı gibi geçip gitmiş...

Olacak şey mi! Şimdi bu bilmecenin ikinci aşaması geldi.

Aslında konunun en civcivli yeri de burası.

Size göre solda Bardızistan güzelleri... Bilin bakalım hangisi? Evet birisi!

Kır atlıya sormayın! Bakın bu fotoğraftaki bir sır da, Bardız Tarihi'ni anlatır.

Bir gizdir bu. O kır atlı birisini gözüne kestirir ve on yıl bekler onu.

İyi bakın onlara!

O çağ koşullarında, bugünkü çağdaş huriler sanki!

Yıl 1950 falan. Ne olsun? Şu olsun! Gönüller şen olsun!

Şen olasın buzdan kristal saçaklarıyla Bardız Kalesi!

Gökten üç elma düşsün mü?

Kalemin mürekkebi kurumazsa o da gelecek...

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, Stockholm, 2 Mart 2011