15 Temmuz 2011 Cuma

"Sarıkamış Şehitleri Gönüllüleri"ni ünleyerek Soğanlı Dağları'na geldiler. Edebiyatın utkusu ile ben buradayım... On üçüncü yazı...

Bu grup yürüyüşü konusunda basında haberlerin ardı arkası kesilmiyor.

Aynı temayı güncel medya gibi vermek edebiyat türünün dışına çıkıyor. Ben bir edebiyat yazarıyım.

Bu dağlarda ve at sırtında edebiyatın utkusunu muştuluyan Puşkin'i anarak konuya dönüyorum.

Bu başarıda kare aslarını tamamlayan tüm görsellikler sil baştan burada.

İlk günkü yayınla da bir kucaklaşma görsellliği verdim. Şimdi şuraya bir an bakıyoruz.

Kameralar karşısında, kucağında çiçeklerle arkadaşına sarılan bir yolcu. Dört günlük yoldan gelmiş.

Bu yolcuyu tanıdınız mı? Bir ülkü uğruna Sarıkamış Şehitleri için yola çıkan insanlar var. Şaşırdınız mı?

İlk gün kapalı zarfla verdiğimiz fotoğrafları açıyoruz. Bu adsız kahramanları, onları da tanıtıyoruz.

İşte Sarıkamış doğumlu mühendis Ahmet Günay, koşup duruyor Bingür Bey’in yanında.

Gelecek yıl o da bu yürüyüşe fiili olarak katılacakmış.

İskambil kağıdı kare dörtlüsü içinde belki de ikinci kişisi olarak bu yürüyüş konusunu onaylayan o.

Neden? Çünkü o bir dağcı. Himalayalar'da Türk Bayrağını en doruğa konduran.

İki yüz yıldır İstanbul’da yaşayan bir ailenin oğlu Nasuh Mahruki.

Ağrı Dağı’nda da Bingür Bey’i yalnız bırakmamıştı.

Dünya’nın birçok yerinde kurtarılmayı bekleyenlere koşuyor.

Koşup geldi İstanbul’dan, Bingür Bey’i Çakır Baba’da karşıladı.

Böyle candan dörtlü işte, içtikleri su ayrı gitmiyor desem abartmış olmam herhalde.

İşte Kars doğumlu Erkan Karagöz. Hukukçu, yazar, araştırmacı.

Yazma işlerini bir yana bırakacak, o da seneye yürüyecekmiş.

Kars konularını elekten geçiriyor ve Bingür Bey'in yanında koşuyor o da.

Sonra bu merkezin çevresini oluşturan ve koşan öteki katılımcılar.

“Sarıkamış Şehitleri Gönüllüleri” olarak adlandırmışlar kendilerini.

Hayranları var. Anlaşıldığı kadarı ile bugün uzun bir yol aşılmış...

Gelenler ter içinde. Sırtlarında yükleri var.

Hayranları onları karşılıyor, kucaklaşıyorlar.

Bu yürüyüşlerin en ünlüsünü Macchu Pichu doruğunda yaşadım.

Bu konuyu o günlerde Hürriyet Gazetesinde yazdım ve tam sayfa fotoğrafladım.

Bu konu çok heyecan verici bir konu. Tarih ve doğa turizmi diyorlar.

Soğanlı Dağları da tam bu konu için biçilmiş kaftan.

Tarih için tuzağa düşmeyeceksin ve uzağa gitmeyeceksin, Rusya’yı buraya çekeceksin.

Onlardan da on binlerce insan Çar’ın hatırı için yaşamını bu topraklarda bırakmadı mı?

Bu çalışkanlığın arkaplanında (soldaki fotoğraf) deneyimli turizmci Haluk Bey ver. O da çok yoruldu.

Ayrıca eğri oturup doğru konuşalım, diye bir ata sözü var, onu yineliyorum. İşte size kollektif tarih ve turizm!

Onlar bu topraklara niçin gediklerini öğrenemeden, bizim şehitlerimizle yan yana karların içine gömüldüler.

Bir daha savaş olmaması için belki onlar da bir kardeşlik anıtı yaparlar!

İşte böyle bir tarih turizmini açalım Rusya’ya doğru.

Gelibolu’ya nasıl geliyorlar deniz aşırı ülkelerden? Rusya’dan bir koşu çıkıp gelecekler buraya.

Ortak tarih, ortak akıl, ortak doğa daha ne olsun.

Turizm konusunda koşan işadamları ne güne duruyorsunuz?

Bingür Bey ve arkadaşları unutulan ve açılmayı bekleyen yolu açtı. Bu da bir yoldur.

Sizler de bu yolun taşlarını döşeyin ve hemde iş alanları açın bu bölgeye.

Yol vardır kısa olur, hani o seni çekip götürmezse, sen onu alır götürürsün. Yol vardır uzun mu uzun çekemezsin.

Tıpkı okurunu bekleyen yazılar, kitaplar gibi yüzlerce yıl yolcusunu bekleyen yollar da vardır.

İlk yazıda yol imgelemi anlatının içinde ergiyip yoğrulsa da, romantik bir bakış gibi son tümceye oturdu.

Ne oldu biliyor musunuz? Yola çıkarken Beyoğlu’nda ikinci/el kitap sergilerine kısaca göz attım.

Puşkin’den, (M.E.B 1945 basım, Hasan Ali Ediz çevirisi) “Bileykin’in Öyküleri” karşıma çıkmaz mı?

Daha önce de okumuş unutamamıştım. Hiç açılmamış olması insana hüzün verir.

Sayfaları hiç açılmayan bu kitap bir ortaokul kitaplığından buraya düşmüş.

Tıpkı Soğanlı Dağları’nın onlarca yıl turizme açılmayışı gibi.

Demektir “Bileykin’in Öyküleri” atmış beş yıldır açılmayı bekliyor.

Okurunu bekleyen kitaplar, yüzlerce yıl yolcusunu bekleyen yollar vardır, dedim yukarıda.

Bir ironik örtüşme var burada. Açılmayı yıllarca bekleyen kitap ve yol.

Bingür Sönmez ve arkadaşları, o yolcusunu bekleyen yollara çıktılar ve Soğanlı Dağlarına vardılar.

Ben de o Çakır Baba varış noktasındaydım. “Bileykin’in Öyküleri” cebimde.

Onun sayfalarını Çakır Baba öncesi açtım.

Yetmiş beşinci doğum günümde savaşın ruhunu bir daha algıladım.

İlk “Düello” adlı öykü yıllar sonra bir daha. Bu komşu halkın savaşçı ruhunu Puşkin çok iyi betimlemiş.

Padişah damadı Enver Paşa bu öyküyü okusa, nasıl savaşçı bir ordu ile karşılaştığını anlardı.

Bu ordunun o günlerde Puşkin diye bir yazarları da vardı.

Yazarları ve edebiyatı hafife almayacaksın. Her yazılan edebiyat değildir elbette.

Fakat gerçek yazınsal metiler gelince, su gider, kum kalır.

Olay geçer, yazar ve yapıt kalır. Edebiyat'ın utkusu ve gizi budur.

Bakın arkadaşlar, Puşkin gibi bir yazarı olan bir orduyu yenemezsiniz...

Osmanlı generalleri hiçbir zaman böyle bir yazarı, kendi yazı dillerinde okumamıştır.

Bir ülkenin, bir halkın yükseliş göstergesi, o ülkede konuşulan dil ve edebiyatın düzeyi kadardır.

Çünkü edebiyat zeki insanlar için yazılır. Savaşı kazananlar da onlar olur.

Sevgi içtenlik...

Tekin SonMez, 15 Temmuz 2011 Bardız, Şenkaya, Erzurum

Yazı ve fotoğraflar; Tekin SonMez

14 Temmuz 2011 Perşembe

Puşkin ile başlayan 'edebiyat'ın cesareti Erzurum, Sultan Sekisi'ni de içine alan Soğanlı Yaylaları'nda: On ikinci yazı

Bu konulara uzak olanlar, tuhaf bir şey, bana uzaktan soruyorlar.

Ne oluyor orada? 14 Temmuz 2011, üçüncü gün bugün, Bardız’dan canlı yayın yapıyor yazarımız.

Canlı yayın yapıyor ve bir olgu düzeyinde bu öykünün toplumsal kaynaklarını arıyor.

Olayların arkaplanına girmeden, toplumsal olsun bireysel olsun tarihsel olsun algıda zorlanırsın, diyor bana.

Ne yapabilirim? Söylence Berlin, BenAras romanlarının yazarı olarak ne yapabilirim...

Tutacak bir yer arıyorum ben de aslında. Hani sıcak kestane derler, eline alamazsın.

İsveçliler ve Almanlar buna, sıcak patates derler, eline alamazsın kabuğunu soymak için.

Sıcak kestane de böyledir. Onlara diyorum ki: Her öyküde olduğu gibi bunun da bir başlangıcı var.

Sarıkamış doğumlu bir cerrah var bu öykünün kahramanlarından.

Mesleğinde tanınmış, ününü yurt dışına çıkarmış.

İleride neler olursa olsun, evet bu öyküde yer alan karamanlardan birisi o.

Erzurum doğumlu saygın bir hukukçu da var. O tarihlerde Erzurum Kalkınma Derneği Başkanı.

Tanınmış, ününü yurt içinde yaymış, kitlesel tabanına kendisini saydırmış, bu öyküde yer alan kahramanlarından birisi de o.

Bu ikili ardılı, öteki kahramanlara döneceğim. Bu ikili yakın alanda koşmaya başlamışlar farkında olmadan.

Saygın avukat ve Erzurum Kalkınma Derneği Başkanı yılda bir kez, Sultan Sekileri Şenliklerine hız vermiş, önder olmuş.

Buna arkaik şamanizm kalıntısı ya kalıtı bir doğa panayırı da denilebilir, biraz da içrek doğaçlama bir hareket düşünün siz.

Erzurum'da saygın hukukçu bu etkinliği her yıl kitlesel bir şölen gibi alır.

Sarıkamış doğumlu cerrah, Soğanlı çevresinde baharda yapılan “Çakır Baba” ziyaret etkinliğini alır.

Usunda, çocukluk algı dağarında; “Sarıkamış Şehitliği” diye bir imgelem de var.

Soğanlı Dağları her bahar doğa şölenine sahne olur ve on binlerce “kefensiz ölü” için mezar yeri olarak bilinir.

Burası ünlü Puşkin’in 1828 yılında, Çar Aleksandr Orduları ile geçtiği yerdir.

Kars Platosu’nun batı yakası tabanıdır.

O yıllarda bu ordular Erzurum’la yetinmemiş Bayburt’a dek sınırları aşmış.

Ele avuca sığmaz, uzun ve kapsamlı bir savaş tarihi öyküsüdür bu.

Anlatının başında andığım saygın hukukçu ile ünlü cerrah, ele avuca sığmaz kişlikleriyle işte bu mekanda tanışırlar.

Birisinin altbilincinde Sarıkamış Şehitliği ve “Çakır Baba” yıllık bahar etkinliği vardır.

Diğeri ise simgeleriyle, şöyle ki, Erciyas’da oba kurup bulgur pilavı şölenlerini çağrıştıran bir hareket noktası alır.

Bu ikili aynı doğal ve yerleşik kaynaklardan yola çıktıklarında, ister istemez karşılaşırlar.

Şöyle bir imgelem! Benzer yöne doğru akan iki ırmak bir yönde birleşince ne olur?

Güçlü olan akışa hız verir ve tüm kütleyi sarar.

Bardız ve çevresinin “Çakır Baba” etkinlikleri boşalan köyler, göç nedeniyle unutulmuştur.

Öykünün iki kahramanı işte bu doğal örtüde karşılaşırlar.

Tarihe yön veren, efsaneleri doğuran anlatıların bir çoğu bu kaynaklardan alır gücünü.

Efsaneler çokluk yiğitlik, kahramanlık, yenilmezlik üzerine kuruludur.

Puşkin’in “Biyelkin’in Hikayeleri”nde yiğitliğe bağlılıkla sarılmaların temelinde bu kahramanlık, yenilmezlik ögesini açık seçik buluruz.

Kitlesel hareket bu yönde sarılır efsanelere. Bu durum hemen dünyanın her yerinde geçerlidir.

Fakat Puşkin ve anlatısına özne yaptığı olaylar, Osmanlı ile savaşa tutuşan bir ordunun arkaplanındaki tutku ve yiğitlik idollerini de verir.

Bunlar bizim toplumda da geçerli olur.

Sarıkamış Efsaneleri’ne baktığımızda, doğaya karşı savaş vermiş ve doğa içinde erimiş on binler görürüz.

Doğanın gücü ile uzun uykuya dalmışlar, klasik yiğitlemelere aykırı yerde unutulmuşlardır.

Bu olaydaki en zorlu paradoks, şöyle ki açmaz şuradadır: Savaştan yana mı barıştan yana mı olacaksın?

Öykü kişilerinden ünlü cerrah Irak Savaşı’nı kınayan gazete ilanları verir, “Sarıkamış Şehitleri”ne sarılır.

Düz mantıkla bu olaya baktığımızda bir çelişki sanısı edinir insan.

Özde barışçı tutum vardır burada.“Sarıkamış Şehitleri” konusu, savaşın zalimliğini sergiler ve savaşa karşıt bir imgelem de içerir.

Sarıkamış doğumlu ünlü cerrah Bingür Sönmez ile Erzurum doğumlu tanınınmış saygın hukukçu, Erzurum Kalkınma Derneği Başkanı Nejat Bölükbaşı işte böyle ikinci ortak bir payda üzerinde karşılaşırlar.

Yeni efsaneler yaratılırken ağıtlar ve koçaklamalar değişmez, kahramanlıklar giyit değiştirir.

Savaş karşıtı bu etkinlik, Çakır Baba’da, Soğanlı Dağları’nda, 9 Temmuz 2011 günü yaşanır.

Bu satırların yazarı da oradadır. Sarıkamış doğumlu Bingür Sönmez ile Erzurum doğumlu Nejat Bölükbaşı’nın orada kucaklaşmalarına tanık olur yazarımız.

Olayın bir başka ilginç yanı da Rus orduları ile tanık görevi alan sefere katılan Puşkin'dir.

Tam da bu satırların yazarının Bardız’da, Soğanlı eteklerinden haber yaydığı bu günlerde, Puşkin buralardan geçmiştir.

14 Temmuz 1828’de: “Savaş bitmiş görünüyordu, dönmeye hazırlanıyordum.” Aynı gün:“Erzurum’da halk hamamına gittim,” der. 19 Temmuz’de Kont Paskeviç’le vedalaşır. General Burtsov’un Bayburt dolaylarında vurulduğu yolunda acı haber gelmiştir.

“Cesur Burtsov’a yazık oldu,” diye not düşer Puşkin. Şunları da eklemeden geçemez.

“Bu olay, yabancı topraklara derinlemesine girmiş, ilk başarısızlık söylentisinde ayaklanmaya hazır kinli bir halkla sarılmış az sayıdaki bütün kuvvetlerimiz için de felaket olabilirdi.”

Bu betimlemeden sonra Puşkin güncesine yazar: “Kont, bana bundan sonraki olayları görmemi önerdi. Ama ben Rusya’ya çabuk dönmek istiyordum.”

Puşkin yine Soğanlı Dağları’nı, bugün bu satırların yazarının haber yaptığı toprakları geçerek geri döner.

Her iki taraf için de acı çeken, Türk yaralıların yardımına koşan, Puşkin acıya tanık olur ve paradokslara daha fazla dayanamaz.

Bir yazar için çok farklı bir konudur savaş. Paradokslarla dolu, dikenli tellerle sarılmış, acı veren, insanı sarsan bir olgudur savaş.

Bu satırların yazarı da yaşanan günlere ve yeryüzündeki tüm insanlığın unutulmaz ortak acılarına tanıktır.

Daha özü onun tanıklığında yazıdır tanık olan, söz değildir.

“Neden buradasın, buralarda ne arıyorsun,” diye soran meraklılar, bakalım ne düşünecekler bu kez.

Sadece öldürenlerin yiğit oluşu değil, ölenlerin de yiğit olduğu bir dünyadayız artık.

Romantik sayılsa bile "Silahlara Veda" diyen antisavaşçı bir harekettir bu hem de.

Homer Destanları’nda, öldüren Akhilleus değil, öldürülen Hektor için yas tutar Homeros ve ağlar için için.

Tüm destan neredeyse bu ölümün tanıklığını yapar ve ölümsüzleştirir Azra Erhat'a göre.

Savaşın dehşetini gözler önüne seren en etkin yazınsal metinler edebiyat ürünleridir.

Şimdi bu satırların yazarı neden buradadır?

Soğanlı Dağları’nda silahlarını doldurmaya vakit bulsalar da; ayaklara postal, sırtlara kaput almadan kışa, zemheriye, tipi ve borana tutsak olmuş gepegenç Hektor benzerleri bu topraklarda yatıyor.

Onlar öldürmedikleri için kahramandırlar bugün.

Romantik olmayan; öldüren için de, ölen için de kaleme alınmış, ağlayan fakat göz yaşlarını göstermeyen, kalıcı yazınsal metnin acı tanıklığıdır bu.

Bakın nereden yola çıktık, nereye geldik...Yolu mu yitirdik? Sanmıyorum...

Sevgi içtenlik...

Tekin SonMez, 13 Temmuz 2011 Bardız, Şenkaya, Erzurum

Yazı ve fotoğraflar; Tekin SonMez

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Bingür Bey ve Nasuh Bey ekranda: Olaylar olgu düzeyine erişirken, tarih tutanak yapar, Bardız, Soğanlı Dağları, Kars Platosu olsa da: On birinci yazı

Şimdi doğrudan görsellikler sunuyorum... Meraklısı için...

13 Temmuz 2011 Çarşamba, ikinci gün bugün, Bardız’dan canlı yayın yapıyor yazarımız.

Bir: Neresi orası, diye soranlar var. İki: Sağdaki ilk fotoğrafta görülen ikili neden oradalar?

İletişim çağı, çılgın hızla işte böyle bir soru da geldi ve bana ulaştı.

Gelsin, meraklı sorular gelsin, katılım olsun. Bir: Orası 2400 metre yüksekte Çakır Baba...

Bir ucu ile Pasinler’e, bir ucu ile Coruh Kanyonları’na açılıyor. Soğanlı Dağları’nda bir doruk orası.

Oradan dosdoğru güney doğuya yürürseniz, Sarıkamış çıkar öne.

Dün değindiğim gibi: Ünlü, şanlı bir toprak parçasıdır burası.

Puşkin'in yüz seksen yıl önce “Saganlu” diyerek not düştüğü yol.

Kar suları Coruh Kanyonları ile Karadeniz’e ulaşır buradan.

İki: Karşımızda yan yana iki kişi ayakta duruyor. Tanıtmaya gerek var mı?

Prof. Dr. Kalp Cerrahı Bingür Sönmez ve AKUT Yönetim Kurulu Başkanı Nasuh Mahruki.

İşte sağda yine Bingür Bey ve "her şey ardında iz birakır," diyen belgesel yapımcı Coşkun Aral.

Onlar tanınmış oldukları için oradalar. Onları tanımayan var mı?

Bakın sol yanda sırtları dönük iki cesur insan daha var:

NTV ve SHOW TV Erzurum Haber Merkezi sorumluları.

Sevda ve Cihat İncesu ki; onlar da sekiz yıldır iz sürüyorlar.

Soğanlı Dağları ve Bingür Bey'in yürüyüşünü belgeliyorlar.

Aslında cesur insanlardan söz ediliyor burada.

İşte Bünyamin Akbulut, Erzurum Bölgesi AKUT Başkanı ve Bingür Bey. Daha başkaları da var... İyi de bir efsane nasıl yaratılır böyle cesur insanlar yoksa...

Üç: Sen ne arıyorsun oralarda, diye soranlar da var. Bardız’dan canlı yayın yapıyorum.

Bir ilk'e imza atıyor yazarımız, diye vurgu yaptım daha dün.

Bunun dışında bir açıklama da yapayım. Bakın unutulmaması gereken bir şey daha var aslında.

Olaylar olgu düzeyine erişirken, tarih tutanaklarını kim yapacak sorunu ortaya çıkar.

Tanık olmak diye bir konum, görev verir kimi insana. Eli kalem tutan derlerdi o insana eskiden.

Her olgu için, tarih tutanakları tanık arar ve ister. Sözlü aşamasında kalan toplumlardan söz etmiyorum.

Yazısız toplumlar zaten silinip gideceklerdir. Söz, bu kavşakta yazıya dökülünce tanık olan kişi de ortaya çıkar.

Söz, bu kavşakta yazıya dökülmeyince ne olur? Uçar!

Kimin gücü söze değil de yazıya yeterse ve o kişi varsa, o sahne alır kardeşler...

Yazınsal metnin gizi ve gizemi de budur. AKUT üyeleri can kurtarmak için oradalar.

Bu satırların yazarı, işte hem de tanık olma nedeniyle buradadır.

Aradaki fark her birey kendi yeteneğini en üst düzeye çıkaracak kadar cesur olmalı.

Neyin tanıklığı bu, nasıl bir tanıklık ve kimin için, diye bir soru geldi.

Soğanlı Dağları'nın tarihi yeniden yazılırken, tanıklık olmasın mı, diye yanıt veriyorum.
Yazının tanıklığı, görsel malzemeler.. işte ben de o yolu izlemekteyim.

Her yol her yolcuyu istemez, almaz arasına. Her yolcu kendi yolunda gitmeli.

Yıllanmış küller ve katmerli unutkanlıklar sonrası bir efsane yaratılırken...

Ben, bu ve başka nedenlerle bugün işte buradayım. Bakın işte.. sağ köşeden çıktılar.

Birlikte bakıyoruz. Neler görüyoruz? Geldiler ve sıralandılar yan yana...

Yukarıda değindiğim özete bakacak olursak.. Meraklısı için anlatacak farklı şeyler var. Sırasıyla...

Sevgi içtenlik...

Tekin SonMez, 13 Temmuz 2011 Bardız, Şenkaya, Erzurum

Yazı ve fotoğraflar; Tekin SonMez

12 Temmuz 2011 Salı

Soğanlı'dan canlı haberler, satranç tahtasında buzdan kristal kale yana çekildi işte atlar, cirit var, davul ve zurna da var meraklısına; Onuncu yazı

İlk canlı haber yazıda ne vardı ise o vardı, fakat yazı biraz uzadı.

Çünkü anlatılması istenen bir efsane vardı. Farklı kulvarlardan gelen bu öykü anlatılmalıydı.

Ne yapabiliriz? Efsane olan uzun yolları, kısa yoldan nasıl açabiliriz meraklısına?

İlk yazıdaki sırlar ve efsane olan yol ve o kararlı cesur insanlar biraz bekleyecek.

Fakat canlı haberler dolu dizgin sürüyor Bardız’dan.

Üzengisi, kuskunu gümüş koşumlu atlar kapıya dayandı... Değil mi konu salt yol da değil.

Babil gibi Kars Platosu’nda kristal buzdan Bardız Kalesi beklesin. O bir yere gitmeyecek!

Fakat unutmak yok! Bugün ikinci haber yazı. Bardız, Bardız diye yola çıktık.

Bardız Efsaneleri diye satranç tahtasında kaleyi yana çektik.

Atları öne sürerken, birkaç ayrı kulvarda aynı anda koşacağız şimdi.

Bardız adlı bu köy, bir olaya, bir ilk’e daha imza atıyor.

Nedir? Bardız’dan canlı yayın yapıyor yazarımız.

Haberler Bardız Blog ile dünyaya yayılıyor.

Açın da bakın! Uzayda cirit atmaya bile başladı Bardız.

Facebook işte orada, Bardız Bardız diye haber iletiyor uzaya...

Şimdi Bardız’ı biraz arkaik yaşayalım. Bir ucundan tutalım tarihin.

İşte satranç tahtası, işte atlar. Cirit de var, davul ve zurna da var meraklısına.

Tarihte Bardız diye adlandırılan bugünkü bu köy geçmiş yıllarda bir Bucak olarak yaşadı.

Onun daha arkaik olanı da var. Beklesin bakalım.

Roma İmparatorluğu bu coğrafyadan Doğu’ya yöneldi ve buralardan İpek Yolu da geçti.

Ünlü, şanlı bir toprak parçasıdır burası. Kars Platosu ile, Pasinler Ovası arasında soluk alıp verir.

Yağmur ve kar suları Coruh Kanyonları ile Karadeniz’e ulaşır bu topraklardan.

Güney/doğu yönü dosdoğru Sarıkamış’a açılırdı.

Sarıkamış ilçe sınırları içinde Cumhuriyet Tarihi’ne gözlerini açan bu belde; kırklı, ellili yıllarda parlak dönemini yaşıyordu.

Delikanlılar cirit oynardı davul ve zurna döverdi yaylayı, dağı, ovayı...

Sonra ne oldu? Olanlar oldu, hamur tekneleri kurudu ve yayıklar durdu.

Cirit atan delikanlılar için yollar gurbet oldu. Ellili yıllarda tuhaf bir şey oldu!

Bardız Bucağı köyleriyle Sarıkamış’tan, bir anlamda Kars’tan koparıldı ve Erzurum’a alındı.

İl, yakın iken ırak oldu. Büyük koşuda geriye düştü, bir anlamda küme düştü Bardız.

İlk sosyal refleks, nüfus hareketlerinin dışa dönük hızı, tarih sahnesine çıktı.

Balı ile ün salan bu ocak, kısacası dışa doğru göçle boşaldı, şöyle ki boş bir arı kovanı gibi oldu güngörmüş toprak.

Bir köy düzeyine indi, indirildi. Tarihin unutkan labirentine atıldı, dersem konu biraz anlaşılır belki.

Şöyle ki ilk elde, elli yıl geriye düştü. Nasıl? Şaşırdınız mı?

Adı da değişti ve bucak iken Gaziler Köyü oldu. Fakat çok daha tuhaf, başka bir şey daha oldu.

Bugün sunduğum ilk haber yazıda görülen insanlar yollara düştüler. Gece mi, gündüz mü demediler.

İnce uzun bir yoldur bu! Bardız adını, bu yol üzerinden geçerek dünyaya tanıttılar.

Pek çok ortak noktalarda, ortak paydalar oluşturan bir koşu başladı.

İlk yazıdaki görselliklerle sunulan kucaklaşmalar bunun belgesidir.

Bu kucaklaşmalar ardılı, davullar vurdu. Atın alı, demirkırı, dorusu efsanelerden çıkıp geldi.

Cirit vınlamaları yol yol oldu ve Soğanlı Yaylası’nı doldurdu.

Yol deyip de geçmeyeceksin!

Dört gün dört gece süren yol arkadaşlıkları.. işte oradan geliyor...

Saganlu Yaylası’nda, Çakır Baba'ya doğru kırmızı bir karanfil gibi uzanıyor işte...

Her şey orada... uzun yol da orada...

Bunun haber değeri var ve bu blog bu haberler için var...

Öteki bir açıdan bu satırların yazarı da Bardız’da bir ilk’e imza attı.

"Burada sırlı yollar ve dirençli insanlar da var," diyerek Bardız’dan dünyaya canlı yayın başlattı.

Arkası da gelecek... Nasıl mı oldu?

Yetmiş beş yılda bir kez yapabileceği bir şeyi başardı yazarımız.

Şöyle ki bunun için yetmiş beş yıl bekledi ve doğum gününü Puşkin'in geçtiği "Saganlu Dağları"nda yaşadı.


Nasıl? Nasıl?

Şöyle ki örtüşen, çakışan kulvarlar var bu öyküde.

Puşkin’in yüz seksen yıl önce “Saganlu” diyerek not düştüğü yollardan geçerek...

Dört gün, dört gece yürüyenler, hangi tarih boyutunu aşarak Soğanlı'ya ulaştılar?

Bakın işte bunlar da var bu keşif masasında... Az şey mi?

Sevgi içtenlik...

Tekin SonMez, 12 Temmuz 2011, ikinci yazı; Bardız, Şenkaya, Erzurum

Yazı ve fotoğraflar: Tekin SonMez

Bardız, Bardız diye yola çıktık...Az gittik, uz gittik.. Yol, o yolcunundur! Her yol, bekler kendi yolcusunu... Dokuzuncu yazı.

Babil gibi Kars Platosu’nda kristal buzdan Bardız Kalesi... Haberler sürüyor...

Bugünkü konu ile “Bardız blog” kulvar değiştirdi, diye düşünenler çıkabilir.

Bir önceki yazıda bal konusuna giren bu satırların yazarı, hani kahin, bilici değilim demişti.

Şenkaya, Bardız, Soğanlı Dağları, Kars Platosu derken sözü balla kesti ve... bugün... yine karşınızda.

12 Temmuz 2011, Bardız. Bugün ilk yazı... Konuya başka bir açıdan bakabiliriz şimdi.

Bu fotoğrafları nasıl okuyacağız? Evet! Bardız, Bardız diye yola çıktık.

Sır değil! Bardız’ın ne olduğu, daha özü ne olmadığı konusuna da sıra gelecek.

Fakat bundan önce bu fotoğrafların Bardız ile ne ilgisi var, diye soracağız. Kucaklaşan insanlar görüyoruz.

Dört ayrı kare var ilk elde. İlk dördü de bir ötekine yakın çekim yapılmış. Gören göz burada ne göstermek ister? Gösterilmek istenen nedir aslında...

İlk gösterilende çiçekler odak yapılmış. Gösteren çiçekleri mi göstermek istiyor, bakalım.

Gülümseyen yüz ve gülen gözler de var. Mutlu bir kucaklaşma diyebiliriz.

Sırtı dönük olanı tanımıyoruz bu karede. Çiçeklere sıkı sıkı sarılan o.

Çiçekleri tutan el onun, bu el çiçekleri tutarken gerilmiş.

Parmakların eklemleri, dokular sıkı evet. Sıkı fakat koparır gibi değil. Güçlü bir tutuş var.

Oraya bakarken bilekteki saat düz okunduğunda 14:00, 15:00 sularını gösteriyor.

Böylece zaman saati, fotoğrafların çekildiği an, ortaya çıktı.

Kucaklaşmada karşıdaki kişinin iki eli de kare içinde.

Sol el, parmakların eşit oranda tutuşu bu fotoğraftaki öznenin içsel devinimi için bir okuma olabilir mi?

Öteki el, bel üzerinde ve çiçek tutan sırtı dönük kişi ile tam bir göğüs hizası dokunuşu veriyor. Bir ayrılık sahnesi mi?

Karşıdan görünen yüz mimikleri de var. Ağlayan birisi mi o, bilmiyoruz. Sol yanak ile bir dokunma duyumu söz konusu edilebilir.

Mutlu bir an yaşanıyor oluşu, sol arka plandaki ikinci kişinin göz mimikleri ile anlaşılıyor.

Bir üstteki fotoğraf, sağ arka uzak plan, üçüncü kişinin güneş gözlükleri güneşli gün simgesini veriyor.

Hava raporunu da aldık. Geriye ne kaldı!

Sağ yandaki görsellikte yine bir kucaklaşma var. Burada yine yanak mimikleri duyumu duygu ortamını açıyor, içeriyor.

İlk fotoğrafta arkadan gördüğümüz siyah giyitli kişinin yüzünü bu kez yandan izliyoruz. Kucaklayan bu kez başkası.

Sarılış ve ellerin tutuşu, parmakların topluca dokunuşu, iki kişi arasındaki özeni gösteriyor.

Dördüncü fotoğraf, ilk ikisinde cepheden göremediğimiz yüz, bu kez karşımızda.

Fakat tam bir yüz okuması olanağı yok burada da. Hani bu görüntü ile pekçok kişiye benzetilebilir.

Kalın gözlüklerin arasından güneş yanığı bir ten izlenimi veriyor fotoğraf.

Bu dört kare fotoğrafın bize sunduğu okuma sonrası bu kez yer, mekan konusuna sıra gelecektir. Neredeyiz?

Ayrıntılara özenle baktığımızda bu fotoğraflar bize yer imgesi vermiyor.

Beşinci fotoğraf aşağıda şimdi. Ne görüyorsunuz? Bir doğa parçası var karşımızda. Arkada yeşil tepeler.

İlk dört fotoğrafta kucaklaşan kişinin de bulunduğu bir kortej sıralanışı...

İlk karedeki çiçekler yine sol kol ile göğüs üstüne bastırılmış duruyor, aradan zaman geçmemiş gibi...

Yüzünü yine göremiyoruz. Fakat yer, mekan boyutu da eni konu bu kare ile ortaya çıktı.

Kırmızı bayraklar da var evet. Fakat olayın, bu fotoğraflarla okunması yeterli mi? Bardız nerede? Nasıl? Konuyu unutturmak mı?

Bardız'ı haritadan silip şöyle ki bu doğadan atmak için mi dil döktü yazarımız? Olası mı?

Bardız, Bardız diye yola çıktık da hani? Az gittik, uz gittik!

Bardız nerede ve neden Bardız? Neden buradayız? Sıra onlara da gelecek...

Her yol kendi yolcusunu bekler aradan yüz yıl geçse de. Sırası gelir bir gün.

Bir gün, evet, günlerden bir gün nasıl olursa olsun birisi çıkar o yola...

Bir de giz var burada, o yol o yolcuyu beklediği için tanır! Yol tanır yolcusunu!

Tanır ve başkalarına demir kapı gibi açılmayan ve hep kapanan o yol...

Ahşap gıcırtılı, sarı, ebruli, mor çiçekli bir bahçe kapısı gibi açılır önünde, o yolcunun...

Sınamaya var mısınız? Yok musunuz? Merak ediyorsunuz! Ben de sizi merak ediyorum! Ne dersiniz? Neredesiniz?

Merak utandırmaz insanı... Görüldüğü gibi konu oldukça dolambaçlı. Sabırlı olacağız!

Konuya kestirmeden, şöyle ki o demir kapıdan hırsızlama girme kolaylığı olsaydı, o zaman bu satırların yazarı da burada olmayacaktı...

Sevgi içtenlik...

Tekin SonMez, 12 Temmuz 2011, Bardız, Şenkaya, Erzurum

Yazı ve fotoğraflar: Tekin SonMez