15 Temmuz 2011 Cuma

"Sarıkamış Şehitleri Gönüllüleri"ni ünleyerek Soğanlı Dağları'na geldiler. Edebiyatın utkusu ile ben buradayım... On üçüncü yazı...

Bu grup yürüyüşü konusunda basında haberlerin ardı arkası kesilmiyor.

Aynı temayı güncel medya gibi vermek edebiyat türünün dışına çıkıyor. Ben bir edebiyat yazarıyım.

Bu dağlarda ve at sırtında edebiyatın utkusunu muştuluyan Puşkin'i anarak konuya dönüyorum.

Bu başarıda kare aslarını tamamlayan tüm görsellikler sil baştan burada.

İlk günkü yayınla da bir kucaklaşma görsellliği verdim. Şimdi şuraya bir an bakıyoruz.

Kameralar karşısında, kucağında çiçeklerle arkadaşına sarılan bir yolcu. Dört günlük yoldan gelmiş.

Bu yolcuyu tanıdınız mı? Bir ülkü uğruna Sarıkamış Şehitleri için yola çıkan insanlar var. Şaşırdınız mı?

İlk gün kapalı zarfla verdiğimiz fotoğrafları açıyoruz. Bu adsız kahramanları, onları da tanıtıyoruz.

İşte Sarıkamış doğumlu mühendis Ahmet Günay, koşup duruyor Bingür Bey’in yanında.

Gelecek yıl o da bu yürüyüşe fiili olarak katılacakmış.

İskambil kağıdı kare dörtlüsü içinde belki de ikinci kişisi olarak bu yürüyüş konusunu onaylayan o.

Neden? Çünkü o bir dağcı. Himalayalar'da Türk Bayrağını en doruğa konduran.

İki yüz yıldır İstanbul’da yaşayan bir ailenin oğlu Nasuh Mahruki.

Ağrı Dağı’nda da Bingür Bey’i yalnız bırakmamıştı.

Dünya’nın birçok yerinde kurtarılmayı bekleyenlere koşuyor.

Koşup geldi İstanbul’dan, Bingür Bey’i Çakır Baba’da karşıladı.

Böyle candan dörtlü işte, içtikleri su ayrı gitmiyor desem abartmış olmam herhalde.

İşte Kars doğumlu Erkan Karagöz. Hukukçu, yazar, araştırmacı.

Yazma işlerini bir yana bırakacak, o da seneye yürüyecekmiş.

Kars konularını elekten geçiriyor ve Bingür Bey'in yanında koşuyor o da.

Sonra bu merkezin çevresini oluşturan ve koşan öteki katılımcılar.

“Sarıkamış Şehitleri Gönüllüleri” olarak adlandırmışlar kendilerini.

Hayranları var. Anlaşıldığı kadarı ile bugün uzun bir yol aşılmış...

Gelenler ter içinde. Sırtlarında yükleri var.

Hayranları onları karşılıyor, kucaklaşıyorlar.

Bu yürüyüşlerin en ünlüsünü Macchu Pichu doruğunda yaşadım.

Bu konuyu o günlerde Hürriyet Gazetesinde yazdım ve tam sayfa fotoğrafladım.

Bu konu çok heyecan verici bir konu. Tarih ve doğa turizmi diyorlar.

Soğanlı Dağları da tam bu konu için biçilmiş kaftan.

Tarih için tuzağa düşmeyeceksin ve uzağa gitmeyeceksin, Rusya’yı buraya çekeceksin.

Onlardan da on binlerce insan Çar’ın hatırı için yaşamını bu topraklarda bırakmadı mı?

Bu çalışkanlığın arkaplanında (soldaki fotoğraf) deneyimli turizmci Haluk Bey ver. O da çok yoruldu.

Ayrıca eğri oturup doğru konuşalım, diye bir ata sözü var, onu yineliyorum. İşte size kollektif tarih ve turizm!

Onlar bu topraklara niçin gediklerini öğrenemeden, bizim şehitlerimizle yan yana karların içine gömüldüler.

Bir daha savaş olmaması için belki onlar da bir kardeşlik anıtı yaparlar!

İşte böyle bir tarih turizmini açalım Rusya’ya doğru.

Gelibolu’ya nasıl geliyorlar deniz aşırı ülkelerden? Rusya’dan bir koşu çıkıp gelecekler buraya.

Ortak tarih, ortak akıl, ortak doğa daha ne olsun.

Turizm konusunda koşan işadamları ne güne duruyorsunuz?

Bingür Bey ve arkadaşları unutulan ve açılmayı bekleyen yolu açtı. Bu da bir yoldur.

Sizler de bu yolun taşlarını döşeyin ve hemde iş alanları açın bu bölgeye.

Yol vardır kısa olur, hani o seni çekip götürmezse, sen onu alır götürürsün. Yol vardır uzun mu uzun çekemezsin.

Tıpkı okurunu bekleyen yazılar, kitaplar gibi yüzlerce yıl yolcusunu bekleyen yollar da vardır.

İlk yazıda yol imgelemi anlatının içinde ergiyip yoğrulsa da, romantik bir bakış gibi son tümceye oturdu.

Ne oldu biliyor musunuz? Yola çıkarken Beyoğlu’nda ikinci/el kitap sergilerine kısaca göz attım.

Puşkin’den, (M.E.B 1945 basım, Hasan Ali Ediz çevirisi) “Bileykin’in Öyküleri” karşıma çıkmaz mı?

Daha önce de okumuş unutamamıştım. Hiç açılmamış olması insana hüzün verir.

Sayfaları hiç açılmayan bu kitap bir ortaokul kitaplığından buraya düşmüş.

Tıpkı Soğanlı Dağları’nın onlarca yıl turizme açılmayışı gibi.

Demektir “Bileykin’in Öyküleri” atmış beş yıldır açılmayı bekliyor.

Okurunu bekleyen kitaplar, yüzlerce yıl yolcusunu bekleyen yollar vardır, dedim yukarıda.

Bir ironik örtüşme var burada. Açılmayı yıllarca bekleyen kitap ve yol.

Bingür Sönmez ve arkadaşları, o yolcusunu bekleyen yollara çıktılar ve Soğanlı Dağlarına vardılar.

Ben de o Çakır Baba varış noktasındaydım. “Bileykin’in Öyküleri” cebimde.

Onun sayfalarını Çakır Baba öncesi açtım.

Yetmiş beşinci doğum günümde savaşın ruhunu bir daha algıladım.

İlk “Düello” adlı öykü yıllar sonra bir daha. Bu komşu halkın savaşçı ruhunu Puşkin çok iyi betimlemiş.

Padişah damadı Enver Paşa bu öyküyü okusa, nasıl savaşçı bir ordu ile karşılaştığını anlardı.

Bu ordunun o günlerde Puşkin diye bir yazarları da vardı.

Yazarları ve edebiyatı hafife almayacaksın. Her yazılan edebiyat değildir elbette.

Fakat gerçek yazınsal metiler gelince, su gider, kum kalır.

Olay geçer, yazar ve yapıt kalır. Edebiyat'ın utkusu ve gizi budur.

Bakın arkadaşlar, Puşkin gibi bir yazarı olan bir orduyu yenemezsiniz...

Osmanlı generalleri hiçbir zaman böyle bir yazarı, kendi yazı dillerinde okumamıştır.

Bir ülkenin, bir halkın yükseliş göstergesi, o ülkede konuşulan dil ve edebiyatın düzeyi kadardır.

Çünkü edebiyat zeki insanlar için yazılır. Savaşı kazananlar da onlar olur.

Sevgi içtenlik...

Tekin SonMez, 15 Temmuz 2011 Bardız, Şenkaya, Erzurum

Yazı ve fotoğraflar; Tekin SonMez

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder